Bu haksızlıkları çaresizlikle izlemek kahrediyor.
Son günlerin değişmeyen gündemini evirip çevirip ülkücü
camia ile irtibatlandıran, bunu yaparken de en haksız yakıştırmalar ile camiaya
kir çamur bulamak isteyen soy özürlü ve beyin özürlü programcılar, köşe yazarları,
yorumcular, her şeyi o kadar fahiş bir şekilde çarpıtıyorlar ki öfkelenip karşısındakinin
burnuna bir yumruk atanları bu davranışa iten sebebi daha iyi anlayabiliyorum
artık.
Şimdilerde bir de RP’li Erbaş çıktı piyasaya. Adam
“medya gülü” oldu, hergün gazetelerde, her akşam başka bir kanalda. Kırık bozuk
Türkçesiyle anlattıklarından sevdiği yemekleri, gençliğinde seyrettiği filmleri
de öğrendik. Ağzı kulaklarında keyifle egosunu tatmin ederken satır aralarında,
Apo’dan ve benzeyenlerinden daha önce duyduklarımızı da söylüyor. PKK kaçırdığı
Türk askerlerini hemen öldürmeyip sağ tutarken de zaten böyle bir amacı yokmuydu...Hayat
boyu yedirerek, giydirerek yanları sıra o dağdan bu dağa taşıyacak değillerdi
ya?
Bir haber spikeri canlı yayında konuğu olan Türk Kamusen
genel başkanına sorduğu sorunun cevabını verme fırsatını tanımadan iki kez üstüste
sözünü kesip, diğer konuk KESK temsilcisinin soruyla alakasız propaganda söylevini
sonuna kadar dinletince şişip şişip patlayacak gibi oldum. Adamın seviyesiz sataşmalarına
cevap verme fırsatını bulamayan Kamusen başkanının hissiyatını tahmin ediyorum,
olgunluğunu da takdir ediyorum.
“32. Gün” , “Teketek”, “Siyaset Meydanı” ve benzeri
bir çok programda, neredeyse her defasında böyle haksızlıkları yaşıyoruz da öfkelenmekten
başka birşey yapamıyoruz.
Öfkelenmeden de yapamıyoruz. Çünkü, yıllar yılı medyada
benzeyen haksızlıkların değişmeyen mağduru olmak sinirlerimizi tahrip ediyor.
Bunun bir çaresi olmalı...
Bürokrasideki varlığımız imrenilecek boyutta, siyasette
de öyle. İş çevrelerinde de yadsınamayacak bir varlığımız var artık. Bunlar mutluluk
verici.
Ama...Kültür-Sanat-Edebiyat çevrelerinde, sivil toplum
örgütlerinde, en önemlisi de medyada yok gibiyiz.
Beğendiğimiz, keyifle izlediğimiz tiyatrocuları bir
konuşturuyorlar ki, bakıyoruz o da solculuk modasında.Entellektüel ve çağdaş görünüm
için bu makyaj gerekli sanki. Niçin demokratlık, çağdaşlık gibi kavramları haketmedikleri
halde solcular sahiplenmiş te, gerçekte bu sıfatları hakeden taraf olmamıza rağmen
biz karşı imişiz gibi tanıtılıyoruz.
Ülkücü hareketin siyasi ve ideolojik kurumları bu
sahayı artık daha iyi değerlendirmek gayretinde olmalıdırlar kanaatindeyim.
Yoksa, hak ve menfaatleri uğruna öldüğümüz millete
kiralık katiller gibi tanıtılmamız hep devam eder.
Haydi bu oyunu bozalım. Bundan sonra güzel sanatlar
akademisi de ülkücü mezunlar versin, oda seçimlerine böyle ilgisiz kalıp, 20.000
üyeli bir odanın yönetimini seçime katılan 3.000 üyenin 1.300’ünün oyu ile marksistlere
kaptırmayalım.
Özürlüleri, çevreyi, hatta sokak kedilerini sahiplenen
sivil toplum örgütleri de doğal şeklinde, yani milliyetçi ve toplumcu bir bakış
sahibi olmalı artık.
Tanrı Türk’ü korusun ve yüceltsin ! |