Neden yanyana değiliz ki?
Hayatının bir döneminde MHP yada Ülkü Ocakları’na
mensup olmuş, bu teşkilatlara hizmet vermiş insanlar bir kere, kısa bir süre için
yanyana gelebilseler kudretlerinden kendileri de ürkerler.
1968 yılında yürüyüşlerine başlayan bir avuç genç
insan 70 yılında bütün Türkiye’de gerçekleştirdikleri “Ortak Pazara Hayır !” kampanyası
ve İstanbul’daki muhteşem miting neticesinde devrin Demirel hükümetinin Ortak
Pazar ile ilişkileri 1 yıl süreyle dondurma kararı almasına sebebiyet veren kamuoyu
baskısını oluşturmuştur.
İstanbul Ülkü Ocakları Birliği’nin organizatörü olduğu
bu miting ve kampanya, bu hareketin bir “milli kurtuluş hareketi” olduğunu
dosta düşmana göstermiştir.
Zaten ondan sonradır ki ülkemiz için kötü emeller
taşıyan “uluslararası sömürgeci sermaye” ve ona hizmet eden gelişmiş batı
devletleri bu milli kurtuluş hareketinin üzerine oynamadık oyun bırakmamışlardır.
Zaman olmuş, parti ve ocak teşkilatlarımız üzerinde
etkinlik sağlayabilen çeşitli “aydın zümre” vakıf ve dernekleri, “meselelerimiz
asla ekonomik değildir” gibi ifadeleriyle bu hareketi iktisadi söylemlerinden
uzaklaştırıp tek bacaklı bırakmak teşebbüslerinde bulunmuşlardır. Oysa meselelerimiz
kültürel olduğu kadar ekonomiktir de. Taşradan Türk-İslam kültürü ile büyük şehirlerdeki
üniversitelere gelen gençler ülke kalkınmasına ilişkin projeleri ve modelleri
sadece marksist söylemlerle dinlemek zorunda değildiler, ülkücü hareketin de bir
“9 ışık” doktrini, kalkınmaya yönelik bir “milliyetçi-toplumcu sistem”i, bunların
bünyesinde “Tarım Kentleri”, “Millet Sektörü” gibi uygulama
için halen geçerliliğini koruyan sosyal ve iktisadi projeler mevcut idi. Ama sömürgeciler
bu vakıf ve cemiyetlerin hareket üzerindeki telkin kabiliyeti ile bunların konuşulup
anlatılmasını hep engellemeğe çalıştılar.
Yine zaman olmuş bu sömürgeciler, ömrünce İslam’a
ve Türk’lüğe hizmet eden tarikatlara benziyen tarikatlar kurdurup İslam’ı ve Türk’lüğü
yanlış tanıtma çabaları içinde olmuşlardır.”Aksiyoner Türk Milliyetçiliği Hareketi”
ve onun siyasi temsil mercii olan MHP de bu tarikatların ilgi sahasına girmiştir.Gaflete
düşenleri, nefislerine ve ihtiraslarına mağlup olanları istismar ederek bu harekette
küskünlükler ve kırgınlıklar yaratmışlardır.
Sonraki kuşakların adını dinleye dinleye büyüdüğü
efsane isimlerin çoğunun şimdi bu hareketin içinde olamayış sebeplerinin ekserisi
de belki bu suni basınçların ürettiği neticelerdir.
Daha birkaç yıl önce, Fikri Sağlar’ın kültür bakanı
iken yaptırdığı bir araştırmanın tesbitine göre; 450 kişilik parlamentonun yaklaşık
250 milletvekili -bazıları da bakan- hayatının bir döneminde Ülkü Ocakları yada
MHP’de görev yapmıştır.
Benzeri bir araştırma yapılsa bu son parlamentoda
bu sayının daha da yükselmiş olduğu görülür kanaatindeyim. Çünkü, halen
sohbet ve tartışmalara konu olan, MHP’nin yanlış aday tesbitleri ile birlikte
hatırladığımız bir gerçek de MHP’nin oy potansiyelinin yüksek olduğu yerlerde
ANAP ve DYP’nin (bazan RP ve DSP’nin dahi) ülkücü kökenli adaylarla seçime girdiğidir.
Partilerdeki lider sultasından ve gurup kararlarının
bağlayıcılığından ötürü bu insanların genelde arzuladıkları gibi davranamadıklarının,
bundan rahatsızlık duyduklarının, programını kendilerinin yapmadıkları bu siyasi
organizasyonların içinde ezilerek, üzülerek siyaset yaptıklarının farkındayız.Buna
rağmen neden MHP’de olmadıkları tartışılması gereken bir konudur.
Bürokraside, bütün sağ iktidarlar, genel müdürlük
seviyelerinde oldukça, bölge müdürlükleri ve il müdürlükleri seviyesinde ise ağırlıklı
olarak, ülkücü kadrolara yaslanmak zorunda kalmaktadırlar.Yazık ki bu insanlar
ne partileri ile nede birbirleri ile gereken dayanışma içinde değildirler.Hala
bir üst makama tımanabilmek için iktidar partisine şirin görünmek, yandaş görünmek
davranışlarındadırlar.Oysa iktidarlar, muhtaç oldukları sürece onları değerlendirmektedirler.Bir
dayanışma içinde olabilseler devlet politikalarına bile yön verebilecek bir güç
oluştururlar.Bir gurup liman işçisinin bile, toplu bir direnişle, Ermenistan’a
gidecek buğdayı Mersin limanında gemilerden boşaltmadıklarını, boşalttırmadıklarını
hatırlayın.
Dayanışmanın nelere imkan vereceğini anlayabilmek
için, “kızılordu” çizmeleri altındaki Polonya’da “Dayanışma Sendikası”nın bir
tersane işçisini ülkelerine devlet başkanı yapabildiklerini hatırlamak yeterlidir.
Dayanışma kalkınmayı getirir.Bu kaçınılmazdır.
Bütün ülkücüler bir gün şartlarını oluşturup yanyana
geleceklerdir.Bu da kaçınılmazdır.
Tanrı Türk’ü korusun ve yüceltsin ! |