Kurtuluş savaşı yıllarında, doğa zengini, yerleşime
ve yaşamaya çok elverişli Ege ve Akdeniz kıyılarını kıytırık Yunanlı ile İtalyanlara
bırakan o güçlü Fransa ve İngiltere devletlerinin Anadolu’nun işgaline güneydoğudan
başladıklarını hatırlayın.
Çocuk yaşlarda okullarda tarih okurken bu çelişki
bir soru olarak zihnime oturmuştu, büyüdükçe petrolün halen en geçerli enerji
hammaddesi olduğunu, enerjinin önemini ve güneydoğumuzun petrol yatakları açısından
varlıklı bir bölge olduğunu öğrendim.
Bölge üzerindeki, o yıllarda da var olan bu hesaplar
zaman zaman sahip değiştirerek hep devam etti.Dün “Batı”nın temsilcisi “güneşin
batmadığı imparatorluk” diye anılan İngiltere idi, en çok sömürebilme kabiliyeti
onun idi, bu gün bu temsilci A.B.D.’dir. 2. Dünya Savaşı’nda yıpranıp güç kaybeden
İngiltere’nin sahnedeki yerini A.B.D. aldı.Ve A.B.D. zenginliklerine göz diktiği
yerlere İngiltere gibi askerlerini gönderip bayrak dikmedi.Dünyaya bir yardım
planı olarak takdim edilen ünlü “Marshall planı” ile çağdaş bir sömürgeilik süreci
başlattı, “iktisadi sömürgecilik”.Stratejik ve jeopolitik ehemmiyet arzeden topraklar
üzerindeki azgelişmiş devletleri iktisaden bağımlı hale getirerek iç ve dış politikalarına
nüfuz etmeye, o ülkelerin yeraltı-yerüstü zenginliklerini ve pazar potansiyellerini
A.B.D. çıkarları doğrultusunda değerlendirmeye başladı.
İşte bu A.B.D. (ve diğer gelişmiş batı devletleri),
güneydoğu sınırlarımızın içinde yada dışında, o petrol bölgesinde, kendilerine
bağımlı olmağa mecbur olan bir uydu devleti isterler.Bu tabiidir.Adı kürt olmuş
yada başka birşey olmuş önemli değildir.Önemli olan o bölgedeki petrole hükmetmelerini
sağlayacak bir ilişkidir, kim buna daha meyyal ise devleti o kursun isterler.Yani
bu hadise birçoklarının iddia ettiği gibi, bir milletin tarihteki yerini alabilme
savaşı filan değildir.”Sömürgeci sermaye”nin A.B.D. ve benzeri egemen devletlerle
Dünya zenginliklerine hükmedebilme savaşıdır.
Esasen “Kürt Milleti” diye bir millet yoktur.Tarihte
de yoktur, halde de yoktur.Kürt diye anılan aşiretlerin büyük çoğunluğunun Türk
soylu olduklarını konuyla ilgili bilimadamları biliyor.Konuya tarafsız ilgi duyan
herkes de biliyor.Ama söz konusu aşiretlerin liderleri ve mensupları bilmiyor.
O engebeli coğrafyada, o zor doğa şartlarında, devlet ve özel sektör yatırımları
açısından fukara olan o bölgede yaşayanların büyük çoğunluğu hem kendilerini hem
bütün bölge halkını başka bir soydan zannetmektedirler.Devletle ilişkilerini eskiden
beri iyi kurabilmiş olan bazı aşiretlere durum anlatılabilmektedir sadece.
İsterdik ki, bu gün enflasyonun ana kaynağı olan boyutlardaki
askeri harcamalar, dünün ve önceki günün hükümetlerince güneydoğuya yatırım olarak
aktarılsaydı.O zaman istismara müsait, propogandaya açık, bu olumsuz şartlar sözkonusu
olmazdı ve belki de bu acılar yaşanmazdı. Fakat bu yanlış hükümet politikaları
da tesadüfi değildir.Gelişmiş batı devletleri Osmanlı’nın son döneminden bu yana,
“Lavrens”lerle, “Marshall planı” gibi senaryolarla bu günlerin altyapılarını hazırlamışlardır.
ASIL HEDEF “TÜRK BİRLİĞİ”NİN ÖNLENMESİDİR !
Evet, güneydoğumuzda, sınırlarımızın içinde yada dışında
kurulması hayal edilen bir uydu devlet A.B.D. ve diğerleri için “bal-kaymak” olur.Fakat
olmasa da olur.Çünkü asıl olması gereken zaten olmaktadır, hatta olmuştur denilebilir.
S.S.C.B.’nin dağılmasıyla bağımsızlıklarını kazanan
yeni Türk devletleri, zengin petrol, doğalgaz ve uranyum yatakları ile, üretim
teknolojisine aç, çok zengin bir yatırım sahası olması hasebiyle, muazzam bir
pazar potansiyeli ile bütün gelişmiş ülkelerin, en başta da A.B.D.”nin birinci
öncelikli ilgi odağı iken bu Türk devletleri kan, tarih, kültür bağlarından ötürü
Türkiye’ye yaslanmak, öncelikleri Türkiye’ye vermek eğiliminde idiler.
Daha beş yıl önce “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne” Türk
nüfuz sahası herkese kazanılmış gibi görünüyordu.Bakü-Ceyhan petrol boru hattı
gerçekleşecek, beraberinde Kazakistan petrolleri ve Türkmenistan doğalgazı da
bu güzergahı izleyecek, Rusya Dünya piyasalarına yüksek maliyetle girmemek için
aynı hattı kullanmak zorunda kalacaktı.Bu muazzam enerji hattının vanasını elinde
tutan Türkiye Dünya enerji politikalarına , hatta tümden Dünya siyasetine yön
verecek bir güç kazanacak, ilk adımda “Türk Birliği” gerçekleşecek, onu esir Türk
boylarının özgürlüğü izleyecek ve giderek Türk’ün adaleti bütün
Dünya’ya huzur getirecekti.
“Doksan”a doğru süzülerek gidişini mutlulukla izlediğimiz
top, çatala vurup geri geldi.
Önce “Türk Birliği”ni hedef edinmiş siyasi hareketin
temsilcisi olan M.H.P.’nin 19 milletvekilini bir artı ile 20 milletvekili yaparak
mecliste gurup kurmak, böylece sağladığı avantajları iyi değerlendirerek hükümet
üzerindeki etkilerini artırmak ve neticesinde Türk Dünyası’na yönelik dış politikalarda
çok daha etkili olabilmek şansını ortadan kaldırmak için yapılması gerekenler
yapıldı ve 6 milletvekili M.H.P.’den ayrıldı.Bu senaryonun devamında güçlü ve
istikrarlı hükümetleri engelleyecek siyasi dengeler oluşturuldu, bu uğurda bazılarının
önü açıldı bazılarına set olundu.Vurgun ve soygun dosyaları uçuşmağa, siyaset
tümden kokuşmağa, insanlarımızın “Türk Birliği”ne ilişkin umutlarının yerini giderek
Türkiye için endişeler almağa başladı.
Siyaset böyle “neresinden tutsan elinde kalır” bir
görüntü kazanırken bölücüler birden kudurdu.Dünden bugüne yapılan hazırlıklar
Türk’ün iman duvarına toslayınca “Çekiç Güç” artık bölücülere aleni destek vermeğe
başladı.Muhalefette iken Çeki güç’ün hain emeller taşıdığını söyleyenler bıçak
sırtındaki oy dengeleri ile kurdukları hükümetleri yaşatabilmek için her defasında
“bu son” deyip Çekiç Güç’ün görev süresini uzattılar.
İşte bütün bunlar güçlenen bir Türkiye’nin “Türk Birliği”ne
gidecek yoluna engel olmak içindi.Gerçi orada güneydoğuda bir uydu devlet olursa
iyi idi.Ama asıl önemlisi, güçbela yokedilen S.S.C.B. karşı blokundan sonra ondan
daha güçlü bir blok oluşturacak olan “Türk Birliği”ni engellemek idi.Bu mümkün
değildir, sadece bunu geciktirebilmek mümkündür.Akarsuların önüne duvar da örseniz
yükselir, onu aşar ve bir gün denize ulaşır.
Ama kaytbettiklerimizin de farkındayız.Yaratılmış
sorunlarımızdan ötürü umutla bize yaklaşan bu yeni Türk devletlerinin beklentilerini
karşılayamadık.Türk Dünyası’nın zenginliklerini kurda kuşa yem ettik.
Biz bütün bunların idrakindeyiz.Öyle üçbeş kişi de
değiliz, son 25 yıldaki iki kuşağın neredeyse yarısıyız.Şimdi birazımız orda burda,
birazımız siyasetin dışındayız ama bu hep böyle olmayacak.
Uzak olmayan bir gelecekte rüzgarlar yeniden esecek,
küller uçuşacak, altından yakıcı közler çıkacak ve demir dağları eritecek.
Tanrı Türk’ü korusun ve yüceltsin ! |