Başbuğum,
Ruhun şad olsun... Bozkurtların emanet ettiğin davayı yaşadıkça yaşatacaklardır,
için rahat olsun... Ötüken’i yurt yapacağız ve Türk’ün adaletini bütün Cihan’a
hakim kılacağız... Kur’an’a yemin olsun !
............... Yüzbinlerceydik,
belki birmilyondan fazlaydık, uykusuz uzun yollardan geldik, kar-tipi altında
sulara bata çıka saatlerce ve kilometrelerce yürüdük.Ruhumuzdaki acıdan ötürü
bedenimizin acılarını hissedemeden. Ya
gelemeyenlerimiz? Bebesi olan kadınlar, askerdeki oğullar, en çoğu memurlar ve
diğerleri...Onların acıları da bizden çok sayıları da...Buz dağının su altında
kalan kısmı gibi. Yine de
emsalsiz bir kalabalık, ülkücü ruhun disiplini sayesinde muhteşem bir törenle
uğurladık Başbuğumuzu ebediyete.“Bozkurtların dirilişi” gibiydi... “Neden
yanyana değiliz ki? Hayatının
bir döneminde MHP yada Ülkü Ocakları’na mensup olmuş olanlar, bu teşkilatlara
hizmet vermiş insanlar bir kere, kısa bir süre için yanyana gelebilseler kudretlerinden
kendileri de ürkerler.” Bu
satırlar Kurultay’daki ikinci yazımın ilk satırlarıdır. Ne
hazindir, çok acı veren, elem veren bir vesile ile ancak bu muhteşem kudretin
dost-düşman herkesçe görülmesi mümkün oldu. Keşke
Başbuğum yaşıyor olsaydı, biz bu görünmezliğin ızdırabına katlanmayı tercih ederdik.
Ki o, Türk Dünyası’nın bilge lideri, “ülkücülerin birlik zamanı”nın geldiğine
zaten karar vermiş, bunun ilk adımlarını atmış ve nasılsa bu birlikteliği tahakkuk
ettirecekti. Şöyle düşünebilmek
çok mu zor gelecek ; 70’li
yılların zor şartlarında bir yandan vatan bekçiliği yapan, bir yandan kapitalist
ve komünist sistemlere karşı “Üçüncü Yol”u, “Milliyetçi-Toplumcu Sistem”i giderek
olgunlaştırarak, billurlaştırarak özümseyen ülkücü hareket, tam bağımsızlık yanlısı
bir milli kurtuluş hareketi hüviyetiyle, uluslararası sömürgeci sermayenin ve
onun aracı kurumları olan egemen devletlerin gizli servislerinin hedefi haline
gelmiş ve ısmarlama bir darbe olan “12 Eylül”ün gerçek mağduru olmuştur. Uzun
Mamak günlerinde bu durumu tahlil eden Başbuğ, MHP’nin ve bir çok MHP’linin siyasetten
yasaklı olduğu 80’li yılların ilk yarısında yeni kurulan ve ülkücülere de kapısını
açan ANAP’ta siyaset yapmak isteyenlere icazet vermiştir. Sonrasında,
yeniden siyaset sahnesine çıktıklarında, Demirel ANAP’tan hissesini istemiş ve
almış, Başbuğ ise sert ve kırıcı ifadelerle geri dönüşleri sanki bilerek zorlaştırmıştır.Neden
olabilir? Darbeler ısmarlayabilen
egemen güçleri ürkütmeden büyüyebilmek için, bu egemenlerin gazabından kadrolarını
koruyabilmek için, onların sakin denizlerde siyaset eğitimlerini tamamlayarak,
baskın gününde birden sahneye çıkıp CIA benzeri örgütlerin senaryo ve komplolarını
bozabilmek için pekala olabilir. Bu
mutlaka böyledir demek hakkına sahip değilim.Ama kimse de “bu asla böyle değildir”
diyemez, diyememeli. Öyle
yada böyle, neticede bütün ülkücüler bir gün mutlaka birleşecektir.Biz bunun Başbuğumuzun
sağlığında, onun denetiminde, sukunetli, taşkın vermeyen bir şekilde olmasını
dilerdik. Şimdi de bu birlikteliğin
vakur, adaletli ve ölçülü tavırlarla gerçekleşeceğini umudediyoruz.Ama sevincimizin
biraz buruk ve hüzünlü olacağı muhakkaktır. “Türk
Birliği”ne giden yol ülkücülerin iktidarından geçer.Ve iktidar için birlik gerek.Birlik
olmalıyız!..Ki iktidar olalım... Tanrı Türk’ü korusun ve yüceltsin ! |