İstanbul
Üniversitesi’nde okuma hakkını kazandıkları halde başları örtülü olduğu için Üniversite
Rektörü Prof. DR. Bülent BERKARDA tarafından kayıtları engellenen kız öğrencilerin
üniversite kapısındaki bekleyişleri devam ediyor. ANAP,
DYP ve RP teşkilatlarının birlikte gerçekleştirdikleri destek ziyaretinden sonra
MHP İstanbul İl Başkanlığı, üniversite önünde partililerden ve üniversitedeki
ülkücülerden oluşan kalabalık bir grupla bir basın toplantısı düzenlemiş, inanç
mağduru kızlarımıza destek verirken üniversite yönetimini de protesto etmiştir. Basına
verilen bildiride her paragraf can alıcı ifadelerle dolu ama, biz konumuz itibariyle
bir paragrafı dikkatinize sunuyoruz; “Devlete
ve millete hakaret etmeyi alışkanlık haline getirenler için “düşünce özgürlüğü”
adına özel af kanunları isteyen insan hakları havarileri neredeler? Burada insanlar
daha düşüncelerini açıklama fırsatı bulamadan mahkum ediliyorlar. Sırf inançları
gereği başlarını örtüyorlar diye, tehlikeli düşünceler taşıyorlar kanaatiyle,
yargılanmadan ve savunma hakkı kullanmadan cezalandırılıyorlar.” Cilalı
medya bu basın toplantısını kamuoyuna duyurmadı, basın bildirisinden de haliyle
hiç söz etmedi. Cilalı medyanın gündeminde sadece Eşber var. Eşber’e
zulüm yapıldığını haykırıyorlardı ki, Eşber’in yargılanıp idama mahkum
olduğu, cezasının müebbede çevrildiği, 14 yıl yattıktan sonra terörle mücadele
yasasının çıktığı 1991 yılında sağlık durumu da gözönüne alınarak cezasının kalan
kısmı yeni bir suç işlemesi halinde uygulanmak üzere şartlı tahliye edilmiş bir
DHKP-C militanı olduğu, buna rağmen İstanbul’daki bir mitingde, pişmanlık duymadığını
ifade etmiş, PKK’yı övmüş, gençleri PKK’ya katılmaya davet etmiş olduğu, bundan
ötürü yeniden DGM’ye verilmiş ve hakkında yeniden mahkumiyet kararı verilmiş,
buna rağmen (nedense?) tutuklanıp uygulamaya konulmamış olduğu, son olarak bir
televizyon programında “ben buradayım, erkekseniz gelin beni yakalayın, cezamı
verin” üslubunda devletin ilgili birimlerini görev yapmaya davet edince de
mecburen tutuklanmış olduğu bilgileri, milliyetçi basında yer alınca, “Karınca
ezmez Eşber” devlet ve millet düşmanlığı yapabilmek için iyi bir fırsat bulduğunu
düşünen “insan hakları” çığırtkanlarının kucağında bir ateşten top oldu,
atsalar olmuyor, tutsalar el yakıyor. Bu
hadisede Eşber’in PKK sempatizanı bir DHKP-C militanı olması sebebiyle
saklanamayacak bir düşmanlık söz konusu fakat “düşünce suçu” kavramının
arkasına saklanarak bölücülük yapanlar ve bu kapsamdaki yayınlar hayatiyetini
ve faaliyetini devam ettirmektedirler. Bize
göre “düşünce suçu” kavramı iyice tartışılarak, Türk milletinin kabulleri
çerçevesinde sınırları net bir şekilde belirlenmeye muhtaçtır. Şimdi
merak ediyoruz; medyada veya kamuoyu önünde bazen şöhret olmak sevdasındakiler
bazen şöhretin şımarttıkları, devlete ve müesseselerine hakaret edebiliyorlar,
hatta bazıları, Türkiye’nin bu konuda zaafları olduğunu gerekçe göstererek Avrupa
Birliği’ne katılmayı hakketmediğini söyleyen Avrupalılara malzeme olsun diye,
dış basına Türk Devleti’ni aşağılayan uyduruk açıklamalar yapabiliyorlar da bunlar
“düşünce suçu” olabiliyorsa, biz de bu kişilerin ahlak zaafıyla üremiş “çok eşli
anne” çocukları olduğu hakkındaki kanaatimizi bir televizyon ekranından isim zikrederek
kamuya duyurma fırsatını bulsaydık bu bizim yaptığımız da “düşünce suçu”mu olurdu? Ünlü
ve gedikli düşünce suçlusu Yaşar Kemal hakkında böyle bir kanaatini televizyon
ekranında dile getirenin vay haline. Eminiz ki en başta Yaşar Kemal hayranı
başbakanımızın himayelerinde aleyhteki bütün hukuk maddelerinden istifade edileceği
muhakkaktır. Kimse böyle
bir davranışı “düşünce suçu” kapsamında göreceğini, cezasız kalmasının
uygun olduğunu söylemez. Herkesin
karısı kızı kendine namus olmak durumundadır. Ama, devleti de namus bilen, devletin
bekası için ölenleri bağrına basan, kahraman ilan eden bir toplumda, devlete hakaret
etmek, onu aşağılamak gayretleri de aynı kategoridedir. Devletin
kanunları bu hakaretlere izin verse dahi kamu vicdanı izin vermez. Bu kişilere
sahip çakın siyasi partilerin yaşadıkları erime süreci buna göstergedir. Türk
milletinin sağduyusu bu benzeri iç ve dış düşmanlar karşısında bir refleks geliştirmiş
ve “ülkücü hareket”i bağrından çıkarmıştır. İşte
ülkücü hareket doğru yerde, insan haklarının gerçekten ihlal edildiği yerde, İstanbul
Üniversitesi’nin önünde, insan haklarına sahip çıkmış ve dosta düşmana şu mesajı
vermiştir; “Türkiye’nin
geleceğinde biz varız. Biz Türk milletine çelişkili ve ikiyüzlü olmayan ‘tam demokrasi’
vaadediyoruz. Keyfi uygulamaların yapılamadığı, hiç kimseyi kayırmayan bir hukuk
düzeni ve adalet vaadediyoruz.” Tanrı
Türk’ü korusun ve yüceltsin! |