18 / 05 / 1998
12 Mart ve 12 Eylül...
Her iki tarih arasındaki dönemi bir ideolojik savaşçı
olarak yaşadım.
Yüzeyde görünenlerin aksine, ne anlam ifade ettiklerini
ve ne amaca hizmet ettiklerini iyi bilirim.
12 Mart'tan 12 Eylül'e Türkiye dışa bağımlı bir
tekelleşme süreci yaşamıştır. 12 Mart'ta başlayan bu
sürecin 12 Eylül'de son çivileri çakılmıştır. Ve 80'li
yılların başında bu sürecin nurtopu gibi bir oğlu
olmuştur, "Özalizm".
Ama bu çok uzun bir yoldur. Beşbin ülkücünün şehadetine,
onbinden fazlasının da gençlik yaşlarını cezaevlerinde
tüketmesine sebep olan uzun bir yol. Öyle bir çırpıda
anlatılır gibi değil.
* * *
68'de ilk kez Amerika'da masum öğrenci istekleri
görünümüyle başlayan gençlik hareketleri, sonrasında
bütün dünyayı saran, yaygınlaşan anarşi ve terörün adeta
kaynağı olmuştur.
İlginçtir, 1968-69 öğrenim yılı içinde Amerika'da
başlayan, Harward, Columbia, Cornell gibi dünyanın en
ciddi üniversitelerinde bir anda binlerce öğrencinin
katıldığı gösteriler aynı yıl içinde sona ermiştir. Ama
kullandıkları sloganlara konu olan ırk ve refah
eşitsizliği, Vietnam'daki sömürgeci işgal devam
etmekteydi.
Oysa bu hareketlerin tıpkı uzun saç yada mini etek
modası gibi aynı yıl sirayet ettiği De Gaulle
Fransa'sında ve Türkiye'de süreç tamamlanmadan
karışıklıklar bitmemiştir. Sanki bu hareketleri Fransa
ve Türkiye'ye ihraç etmek üzere Amerikan üniversiteleri
üretim laboratuarı olarak kullanılmış gibi.
Neden Fransa ve Türkiye?
Çünkü gelişmekte olan "Avrupa Birliği" fikri Amerika'nın
batı dünyasının temsilcisi olmak konumunu riske
sokuyordu. 2. sanayi ihtilalini Amerikan sermayesinden
önce gerçekleştireceklerinden sözediyorlardı. Amerika
Sovyetler'e karşı elinin altında güçlü bir Avrupa olsun
isterdi ama bu kendi koltuğuna tehlike teşkil edecek
boyutta olmamalıydı, biraz budanmalıydı. De Gaulle
Fransa'sı da başlamak için en uygun zemindi.
Ve Türkiye...
Halen dünyanın enerji hammaddesi olan petrolün en önemli
üretim havzası sayılan Ortadoğu, güçlü bir Türkiye'nin
nüfuz sahasında Amerikan çıkarlarına hizmet
etmeyebilirdi. O halde Türkiye bu boyutta
güçlenmemeliydi. Hele dış politikasında Amerikan
menfaatleriyle örtüşmeyen bir çizgiyi asla
izleyememeliydi. Bunun için ne gerekliyse yapılmalıydı.
6. filo'nun bir kaç askerini Dolmabahçe' de denize atan
sahte kahramanlar üretildi ve gençler bu kahramanların
arkasına sürüklendi. Sonrasında sayısı ve önemi giderek
artan ölümler.
Bilinmeyen insanlar bir gecenin karanlıklarında
ülkücülere saldırdılar öldürdüler, ertesi gece
devrimci(!)lere saldırdılar öldürdüler. Sonra 15 gün, 1
ay, bunun yüksek tansiyonuyla irili ufaklı bir sürü
hadise kendiliğinden oluştu. Bir zaman geçip tansiyon
düşünce provokatörler yine sahne aldılar.
Basın bu olayları hep öne çıkardı. Ve yatıştırıcı bir
üslubun yerine tahrikkâr bir tavrı tercih etti.
Bu senaryonun içinde herkes kendine biçilen rolü oynadı.
Basın, hükümet, ordu, gençlik, sivil toplum örgütleri
v.s.
Neticede yangını çıkaranlar yangını söndürmenin de
şerefine nail olarak bu süreci tamamladılar.
Amerika 30 ağustos'larda hangi paşanın görev süresi
uzarsa arkasındaki hangi kuşağın emekli olup, sonraki 3
yada 5 yıl içinde hangi dönem subayların göreve
geleceğiyle de hep yakından ilgilenmiş bunları hep
izlemiştir.
Sömürgeci sermaye kendine uygun şartları oluşturmak için
mütemadiyen akla hayale gelmedik senaryolar üretir ve
tatbik eder.
Irak'ın Kuveyt'i işgalinin ardından bütün Ortadoğu'nun
Amerikan kuvvetlerine üs olması, bu askeri gücün ikide
bir Irak'ı tokatlayıp "ben sevmediğim adamı işte böyle
döverim" görüntüsü vermesi kendiliğinden olmuş şeyler
değildir.
Saddam'ın CIA ajanı olduğunu belgeleyemeyiz ama CIA
ajanı olsaydı da aynı şeyleri yapardı.
* * *
Anarşi hep sistem'e hizmet etmiştir. Sistemin
egemenlerine ve uluslararası sömürgeci sermayenin
senaryolarına.
Fakat, hâlâ engelleyemedikleri bir gelişme var. "Türk
Birliği" herşeye rağmen oluşuyor. Önce Hazar petrolü,
sonra Türkmen doğalgazı, Kazak petrolü ve nihayet İran
ve Rusya'nın da düşük maliyet için Türkiye üzerinden
dünya pazarlarına ulaşım zorunluluğu, Türkiye'ye
dünyanın enerji politikasında belirleyici olabilmek
şansını verecek. Güçlenen Türkiye Türk Birliği'nin daha
erken hayat bulmasına imkân sağlayacak. Böylece
sömürgeci sermaye çok önemli bir hammadde ve pazar
potansiyeline sahip olan Türk Dünyası ve Ortadoğu
üzerindeki nüfuzunu kaybedecek.
İşte bu sonuç, sömürgeci sermayenin temsilci devleti ABD
tarafından doğal olarak engellenmek istenmektedir.
Pentagon ve CIA bunun için üretimler ve uygulamalar
yapmaktadır.
PKK bunun için vardır.
Alt yapısı her zaman hazır tutulan, gerek gördükçe biri
soğutulup diğeri ısıtılan laik-antilaik, alevi-sünni
çatışmalarının, üniversitelerdeki kargaşaların ve
nihayetinde bölücü terörün altında yatan gerçek sebep
işte budur.
Türkiye'nin güçlenmesini engellemek istiyorlar.
Bunun işbirliğinde olanlar da var. Ama farkında olmadan
buna hizmet edenler daha çok.
* * *
Şimdi yine ortalık toz duman.
12'ye çeyrek var gibi...
O bildik şeyler sahneleniyor yine. 70'li yılları bu
olayların ortasında yada kenarında yaşamış olanlar olan
bitenin farkında. Şu anda birçoğu kendi ideolojik
katmanlarına etki edebilecek konumdalar. Onlar frene
basmasalar bu hadiseler bir anda ivme kazanabilir. Ama
yine de arka sokaklarda denetimden uzak uç birimlerde bu
provokasyonların bireysel terör boyutunda netice olması
mümkündür. Bu gerçekleşirse bireysel terör camiaları
kıskacına alabilir.
Şimdi herşeyi yatıştırabilecek olan gazete ve
televizyonlar iken onlar inadına tahrik eden bir tavır
içindeler.
Medya çalışanları bunu reyting için yaptıklarını sanıyor
olabilirler ama biz bunun sistemin hayatiyetini devam
ettirmek için programladığı bir davranış olduğunu
biliyoruz.
Namluların ucunda yaşadığımız yıllarda ölümü göze
alabilmek için iyi sebeplere ihtiyacımız vardı. Bu
yüzden okuyarak, izleyerek, öğrenerek yaşadık. 30 yılın
birikimini artık Pentagon'un senaryoları da yenemiyor.
Her taarruzlarına refleks geliştirebiliyoruz. Onlara
rağmen, herşeye rağmen iktidara yürüyoruz.
İktidar olacağız ve Cihan'da Türk'ün adaletini hakim
kılacağız.
Tanrı Türk'ü korusun ve yüceltsin ! |