24 / 08 / 1998
Devletin malı deniz
Yaşadıkça neler görüyoruz!
9 yıl önce, başbakanken, yandaş bir gazetenin sahibini
düştüğü mali bunalımdan kurtarmak için, devlet
kesesinden (o zamanın parası) 250 milyarı "İLKSAN"a arsa
alımı "gerekçesiyle taahhüt eden, bunun 60 milyarının
alelacele transferini temin eden, kendi deyimi ile bir
"muhbir" tarafından gammazlanınca kamu vicdanında yakayı
ele veren Demirel, Özal'ın ölümü üzerine, başında
bulunduğu hükümetin parlamentodaki üyeleri tarafından
Cumhurbaşkanlığı makamına terfi ettirilince "İLKSAN"ın
hesabını da, taahhüt ettiği "500 günün hesabı"nı da
vermekten bir anda kurtuluverdi.
Demirel'in vefa duygusunun güçlü olduğunun başka
örnekleri de vardır.
Yasaklı dönemde Demirel'e mali destek sağlayan ne oldum
zengini Cavit Çağlar, normal cemiyet adabından dahi
bihaber ve bilmediği kelimelerle cümle kurup boşluğa
düşecek kadar cahil olmasına rağmen, Demirel tarafından
milletvekili ve de bakan yapılmıştır. O Cavit Çağlar,
bakan olduğu dönemde tekstil sektörüne hükmetmiş, iplik
piyasasındaki fiyat ayarlamalarıyla 1'ini 10 yapmış,
böylece ilkbaharda ektiklerinin yüz katını sonbaharda
mahsul almıştır. Sağolasın Demirel!
Bu Demirel'in yeğeni Yahya, daha 70'li yıllarda, tazecik
bir delikanlıyken, Mıgırdıç Şellefyan'la birlikte
devleti dolandırmaya başlamıştı. Kırdığı cevizlerin
sayısı belirsiz ama son kez 3.5 yıl önce Şekerbank'ı 20
milyon dolar (şimdiki parayla yaklaşık 5.5 trilyon lira)
dolandırmaktan 15 ay 16 gün hapis cezası aldı. Bu ceza,
20 yıl önce yattığı 3 ay fazla (!?) hapse mahsup edildi
ve serbest bırakıldı.
Şimdi, bu ülkede, bırakın 20 milyon doları, 20 bin dolar
için bile 3 ay hapis yatacak 20 milyon insan vardır
geçim zorluğu çeken.
Ama amcası Cumhurbaşkanı olursa 5.5 trilyon zaten
helalidir insanın. Ne olacak? Devletin malı deniz,
yemeyen domuz!..
Demirel'in siyasetteki yükseliş trendi ile kayınbirader
Ali Şener'in ticaretteki yükseliş trendi arasındaki
doğru orantı da tetkike değer bir başka konudur.
Ve, ince elenirse bu uzun siyaset mazisinde daha neler
neler çıkar ortaya. Erzincan depreminde içindeki
hastaların üzerine yıkılan hastahanenin mühendisi de
aynı Demirel'di ama konu apar topar örtbas edildi. Oysa
Adana depreminin müteahhitleri ve mühendisleri için
adalet işliyor. Şükür ki işliyor. Ama herkes için
işlerse Adalet "tam" olur.
Lale devri gibi "papatya"
devri
Hem Başbakanlık hem
Cumhurbaşkanlığı yapmış olan bir başka siyasetçi de
Turgut Özal'dır.
Özal da Demirel gibi bürokrasi kökenlidir. Ancak onun
siyasete intikali ve zirveye tırmanışı Demirel'inkinden
çok daha sür'atli, adeta bir sihirli değnek yardımıyla
olmuştur.
Özal, çok milletvekili ile yönetmenin verdiği rahatlıkla
akşam yatarken düşündüğünü sabah "ben yaptım oldu"
diyerek uyguluyordu. Bu uygulamaların getirdiği,
Menderes dönemi benzeri, geleceği borçlandıran suni
bolluğun sağladığı itibarla bu ülkenin halkından
haketmediği bir sevgiyi kazandı.
Fakat Özal'ın sevenleri, hatta hayranları bile, bu
itibarın Özal'ın ailesi tarafından çarçur edildiği
kanaatindeler.
Memuriyetten gelme Özal'ın, aile efradının sonradan olma
servetleri göz kamaştırıcı boyutlardadır. Hâlâ eğlence
sosyetesinin kabul gören bir siması olan Semra hanım
öyle pahalı takılar kullanmakta idi ki, basına konu olan
kocaman bir tek taş yüzük bile Özal'ın Başbakanlık ve
Cumhurbaşkanlığı dahil, maaşıyla mütenasip bir lüks
değil. Halk bunu gördü. Neyin komisyonu olduğunu
bilemediyse de birşeyin komisyonu olduğunu bildi.
Büyük oğul Ahmet Özal'ın hiç yoktan bir özel
televizyonun yarı ortağı olması, haybeci yollardan
kazanılan paraların Özal sonrasında haybeye gitmesi
neticesinde Mafya'nın Ahmet Özal adına tahsilatlara
teşebbüs etmesi, bu paraların kaynağına da bir
işarettir.
Bir dikili ağacı dahi olmayan Efe Özal'ın apansız
edindiği lüks otomobil ve daireleri, harcadığı paraları,
babasının ve annesinin Efe'nin borsadan kazandığını
söylemeleri kimse için inandırıcı olmadı.
Kızları zaten davulcuya kaçtı. Pek bahse değmez ama
birkaç koca değiştirmesi de Özal'a yaramadı. Ne olsa
burası Türkiye.
Kardeş Korkut Özal'ın ağabeyinin başbakanlığı döneminde
bir petrol zengini olması halkın gözüne pek batmamış
olsa da konuyla ilgilenenlerin malumudur.
Zaten Özal "benim memurum işini bilir" derken,
sonrasında hepsi devleti dolandırmaktan, banka
batırmaktan sabıka yiyen "prens"leri Amerika'lardan
getirirken, bilemediğimiz kadar çok "hayali ihracat"
zengini, rantiyeci üretirken bu kabil işlere ve
ilişkilere yatkın olduğunu da göstermişti. Eh, böyle
başa böyle tarak, Semra hanım da papatyalarıyla devletin
bir yarısını yönetti, niçin elmas yüzükleri pırlanta
kolyeleri falan olmasın ki?
Özal dönemi haybeci zenginler bu ülkenin çok kolay
kurtulamayacağı asalaklardır. Çünkü bir dayanışma
refleksine sahip oldular ve bu sistemin egemen
çevrelerinde yer ve nüfuz kazandılar.
Aslan Sosyal Demokratlar!
Mazideki bu kirli hikaye
Özal'ın 4 eğilimli 4'e bölünmesinden sonra da devam
etti.
Bu günkü CHP ve DSP'nin dünkü yekünü olan SHP döneminde
ünlü İSKİ ve ASKİ soygunları yaşanmıştır.
Bir "aşk skandalı"na dönüşen İSKİ soygunu bu vesileyle
medyadan hakettiği ilgiyi gördüğünden halen
hafızalardadır zannediyoruz ve çokça söze gerek
görmüyoruz. Sadece İSKİ sabıkalılarından Moğultay'ın
daha sonra bu ülkeye Adalet (!) Bakanı olduğunu, ilk iş
olarak da İSKİ'yi soruşturan savcı hakkında soruşturma
açtırdığını hatırlatmak istiyoruz.
ASKİ'nin sorumlusu olan Karayalçın ise Ankara Belediye
Başkanlığı'ndan sonra SHP'ye Genel Başkan seçildi ve bu
ülkeye "Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı"
sıfatıyla hizmet (!) ettiği bir dönemde -değişen
belediye yönetiminin de marifetiyle- ASKİ bombaları arka
arkaya patlamaya başladı. Yaklaşan "siyasi son"u
farketmiş olacak ki, görülmemiş bir arsızlıkla, kendi
atadığı Bayındırlık Bakanına "Gel bakanlıkları
değiştirelim" diye ricacı oldu. Maksat, dev bayındırlık
ihaleleri kontrolüne geçsin. Onur Kumbaracıbaşı onurlu
çıkıp bu yolu tıkayınca başka arayışlara girdi. Her
taraf batık içindeyken henüz batmamış olan Şekerbank'a,
bu mucizeyi gerçekleştiren genel müdürü görevden alıp
bir akrabasını tayin ederek hortumlama sürecini
başlattı. Üstelik bunları basındaki tepkilere rağmen,
arsızca ve alenen yaptı. Giderayak ne kapıştırsa kâr!
Ülkemizin son yirmi yılındaki vurgun ve soygun
hadiseleri "pehlivan tefrikası" gibi. Ne kadar kısaltsak
da, yüzeyden değinsek de bir haftanın köşesine sığmıyor.
Çaresiz haftaya devam edeceğiz.
Tedavinin reçetesini de haftaya takdim edeceğiz. |