13 / 04 / 1998
Doğa kendi kuralları konusunda çok tutucu imiş. Bir
karıncanın, bir tırtılın ya da umursamadığımız bir başka
böcek türünün dahi, bir bölgede belli bir sayısal
çoğunlukta bulunmasının ne ölçüde gereği varmış da
bilmezdik.
Şimdilerde, gelişen ve kullanımı yaygınlaşan iletişim
teknolojisi sayesinde, televizyonlarda 40 kanal
seçeneği, onun getirdiği yoğun bir program üretimi,
bizlere sık sık doğa belgeselleri izlemek fırsatını
veriyor da “ekolojik denge”nin ne menem bir şey olduğunu
öğrenmiş bulunuyoruz. Bu ilahi nizamı zorladınız mı
bedelini ağır ödüyorsunuz, doğanın intikamı korkunç
oluyor.
Otlak veya tarla yapmak için yok edilen bir çalılığın,
kurutulan bir bataklığın orada bulunan, bir cins bitki
ya da böcekten beslenen diyelim ki bir kuş türünün sürü
olarak bölgeden göç etmesine, bu göçün bir tırtıl
cinsinin aşırı çoğalmasına sebebiyet vermesine, bu
tırtılların tomurcukları ve yaprakları kemirerek bir
ağaç türünün yok olmasına, ağaçlar azaldıkça yağışın da
azalmasına ve giderek bölgenin bir orman alanından
kurak-çorak tepelere dönüşmesine sebebiyet verebildiğini
öğrendik.
Sonrasında, yok olan ormanların başka başka yokuşlara
sebebiyet verdiğini, değişen iklim dengesinin uzak
olmayan bir gelecekte kuraklık tehlikelerine, sellere,
depremlere, türlü doğal afetlere yol açacağını da
öğrendik.
Bu dramatik hikayeleri yaşamak zorunda değiliz. Yasa
koyanlar ve koydukları yasalarla yönetenler bütün
insanlığın geleceğinde ki bu tehlikelere en azından
kendi ülkeleri için, ulusları için bertaraf etmekle
mükelleftir.
Ve fakat, toplum yönetenlerin basiret ölçülerine kendini
mahkum etmemelidir. Topluma fayda sağlayacak doğrulardan
haberdar olan fertler sivil toplum örgütleri bünyesinde
organize olarak, bilinmeyen bu doğruları tüm halka
duyurmaları, yönetenler üzerinde kamuoyu baskısı
oluşturarak toplumsal menfaatleri gözeten yasaların
üretilmesine ve uygulamasına zemin oluşturmalıdır.
Ülkemizde çevre bilimci süratle gelişmektedir. Umarız
ki, devletin malını deniz, yemeyeni domuz gören
zihniyette bu bilinçten, nasibini alacaktır. Fırat ve
Dicle üzerinde yapılan ortalama verimlilik ömrü 50-60
yıl olan barajların su havzası kenarı ağaçlandırılmadığı
için yağmur sularının akıttığı toprakla baraj gölünün
10-15 yılda büyük ölçüde dolacağı ilgilileri ve
uzmanları için bilinmeyen bir şey mi idi? Müteahhit
firmanın kârını ve bu kârdan kendi payına düşeni esas
alan zihniyeti, ancak toplumun bilinç seviyesi ile yok
edebilmek mümkündür. Bu, tek sağlıklı denetim
mekanizmasıdır.
Kullandığımız saç spreyinin ya da içtiğimiz filan marka
kolanın ozon tabakasına zarar verdiğini, ozon
tabakasındaki deliğinde bize nelere mal olacağını
bilirsek onları tüketmekten vazgeçeriz. Tüketilmeyen
şeylerin üretimi de durur. İşte bu, bilincin getirdiği
bir çözümdür.
Bir başka çözümde iyi yönetimler seçmektir. Niyet ve
kabiliyet açısından yeterli kadrolar tarafından
yönetilmeyi temin etmektir.
MHP toplumcu bir karaktere sahip olan “Aksiyoner Türk
Milliyetçiliği” ideolojisinin siyasi temsil organıdır.
İdeolojisi toplumcu bir karakter arzeden MHP’nin
programı da toplumcu bir karakter arzeder. Her şey Türk
milletinin faydasına adaletli bir paylaşımla sunulmak
terazisinden geçer. Bütün niyetler ve tasarruflar bu
doğrultudadır.
Bu sebeple MHP çevrecilik konusunda en duyarlı partidir.
Bu hassasiyetini türlü sosyal etkinliklerle kamuya
taşımıştır ama en hatırda kalanı, unutulmaz olanı bir
MHP sloganıdır: “Çevrecilik milliyetçiliktir.”
Şimdi bahardayız, fidan dikme zamanı. Doğan her Türk
çocuğunun ona oksijen üretecek, ona lazım olduğu kadar
yağmur ve lazım olduğu kadar güneş verecek bir ağaca
ihtiyacı vardır. Onun da bir ağacı olmalıdır.
Türklüğün ve insanlığın daha mutlu geleceği için, “Her
çocuğunuz için bir ağaç dikin!” |