TÜM YAZILARI

Hareket Gazetesi

Dolu dizgin ufka doğru
Meslek odalarını da kazanmalıyız
Her çocuğunuz için bir ağaç dikin
Yol olursa kötü olur
İlkeli ilişkiler ikili ilişkiler
Her 3 mayıs'ta daha ileri
Ahtopotun en güçlü kolu
12'ye çeyrek mi var ?
Birer birer vurulsak da
Tam demokrat,  toplumcu, hukuk devleti
Sevr'in altyapısı hazırlanıyor !
Ormanlarımız yanmasın
Türk Boğazları yeni tüzük tasarısı
Liberalizm - Toplumculuk - MHP (1)
Liberalizm - Toplumculuk - MHP (2)
Biz bir halk hareketiyiz
Teşkilatların yapılanması hakkında

Seçim kapıda

Aday tespitleri
Nicelik değil nitelik
Kim ayrıldı ise o birleşsin
Son 20 yılın vurgun tefrikası (1)
Son 20 yılın vurgun tefrikası (2)
Son 20 yılın vurgun tefrikası (3)
30 eylül mali miladı
Faziletin iki yüzü
Ortalık toz duman
Büyük devlet olmak için
İyi ki MGK var
Aliyev ve Bakü-Ceyhan
Şayet...
Ekmek bıçağı ve başörtüsü
Aday olunuz
Böyle zamanlarda
Kirli ellerle olmaz
Şarkılarda ki erozyon
Selam olsun !
Katil'i unutmayın !
Bu kadar basit !
Demokrasi ve merkez yoklaması
Şimdi daha çok okumalıyız
Eyalet modeli mi, Türk Birliği mi
Barış için yürümek
Siyasetten...

Mutluluklara düşen gölgeler

HAREKET GAZETESİ YAZILARI

 
BARIŞ İÇİN YÜRÜMEK...


10 / 02 / 1999

Babamın ölümünden sonra bir de Türkeş öl­düğünde bir ölüme ağ­lamıştım.

43 yaşında sokak ortasın­da gözümde yaşlarla uğurladım Barış Manço'yu.

Levent Camii'nin bahçe­sinde öğle namazını ve cena­ze namazını saçları atkuyruklu gençlerle, kulağı küpeli genç­lerle, yakası Bozkurt rozetli gençlerle ve beyaz sakallı yaş­lılarla, çeşit çeşit binlerce in­sanla saf tutarak kıldık.

Belki başka ülkelerden in­sanlar da vardı. Malezyalılar ve Türkmenistanlılar mesela.

Galiba Çuvaş'lardı, pan­kart açmışlardı kortejde, sevgi ve minnetlerini ifade ediyorlardı ve kendi bayraklarını da taşıyorlardı Barış'ın arka­sında yürürken.

Barış'ın arkasında yürümek...

Barış için yürümek...

Mecazla gerçek nasıl da iç içe geçmiş, örtüşmüş bu sözün mânasında.

Farklı gelir gruplarından, farklı sosyal ve kültürel yapı­lardan, farklı ideolojilerden oldukları belli olan onbinlerce insan aynı anda aynı hüz­nü yaşıyorlardı.

Kimi tekbirlerle uğurlu­yordu Barış'ı, kimi alkışlarla. Ama herkesin katıldığı Ba­rış'ın şarkılarıydı.

Camiden otoyola birkaç yüz metreyi santim milim yü­rüdük, yaklaşık bir saatte. Yanından geçtiğimiz bazı evlerin açık pencerelerin­den, sesi sonuna kaçlar açılmış müzik setleri Ba­rış'ın şarkılarını çalıyordu.

En çok da “Gülpembe” ve “Dağlar Dağlar”

Ve herkes, hepimiz bu hüzünlü melodilere iştirak ediyorduk. Farklı gelir grup­larından, farklı kültür yapıların­dan, farklı ideolojilerden insan­lar, hepimiz aynı şarkıyı aynı duygularla söylüyorduk.

"Barış”a yürüyorduk.

Hem bütün ömrünü Türk Milletine vakfetmiş olan "Barış”'ın na’şına doğru, onun ar­dından yürüyorduk, hem de böyle bir "asgari müşterek”te yan yana gelip, aslında başka birçok konuda da iyi niyet taşı­yan insanlar doğru üslubu ya­kalarsak yan yana gelebileceği­mizi, “Barış”ı yakalayabilece­ğimizi görmüş oluyorduk.

Öldüğünde bile Türk in­sanına hizmet etmiş olmak Barış'ın ruhuna daha bir hu­zur vermiş olmalı.

O ki, bütün ömrünü bir Türk Milliyetçisi olarak yaşa­mış olan, içinden fışkıran Türkçülüğü şahsına yönelik toplumsal kabulleri engelle­mesin diye nispeten saklı giz­li tutmağa çalıştığı halde, coşkuların zirveye çıktığı “Gülhane Konseri”nde ve Türk'ün anayurdu olan Ötüken yaylalarında, Tanrı Dağı’nın eteklerinde, Türk Mil­letine Türk tarihinin o başlan­gıç yıllarını anlatırken ideolo­jisini saklayamamıştı.

Evet, o bir “Türkçü”ydü.

O bütün ömrünü idealleri uğruna yaşamış bir “ülkücü”ydü.

Ne mutlu ki, Diyanet İşleri Başkanı'nın onu anlatırken müf­tülerin dahi ondan örnek alabi­lecekleri özelliklerinin olduğunu söyleyebildiği çok iyi bir insan ve dini bütün bir müslümandı.

Kalabalık yüzünden cami avlusuna duvarından tırma­narak girmek zorunda kal­mıştım. Çıkışta çokça bekle­diğim halde ancak kapının hemen dışında bir duvar di­binde sıkışacak bir yer bul­muştum. Naaşı önümden ge­çerken de göremedim, gören­lerin ellerindeki çiçekleri üzerine attığından anladım.

Sevgi sel olmuştu,..Duaları düşündüm. Onbinlerce insanın bir ağızdan ona şefaat dilemesini, “Bi­zimki ne ki?...” dedim kendi­me. “Denizde kum tanesi gi­bi. Asıl o kimler için dua et­mişse ne mutlu onlara. Ne mutlu Barış'ın ve Barış gibile­rin dualarını alanlara”

Bu çok kişisel bir yazı ama medyaya iki satır gön­derme yapmaktan kendimi alıkoymayacağım.

Bir müzik kanalının müdiresinin bir tartışma progra­mında itiraf ettiği üzre, ya­pımcı firmanın kendileriyle ilişkilerine (!) öncelik vererek belirledikleri “top 10” listele­rinde pek rastlamadığımız Barış'ın şarkılarını farklı yaş kuşaklarından insanların hep­sinin nasıl da ezbere bildiği herkesçe görüldü.

Ve bunları tartışıp konu­şanlar Banş'ın aslında bir dü­şünür, bir felsefe adamı oldu­ğunu, şarkılarını şimdi daha dikkatle dinledikleri için yeni fark ettiklerini de söylediler.

Aslında o, şarkılarının sözleri ile bir çok doğru ve güzel düşünceyi zihinlerimi­ze nakşetmişti ki gönüllerimizde böylesine müstesna bir yer bulmuştu.

Ben onu televizyonlarda seyrederek tanımıştım taze gençlik yıllarımda. On yıllarca televizyonlarda - daha çok kendi hazırladığı program­larda - izleyerek ona sevgimi ve saygımı boyuttum, onunla böyle yaşadım.

O şimdi yine televizyon­larda. Ben onu yine eskiden gördüğüm gibi görüyorum, aramızdaki iletişim yine aynı, tek taraflı. Bu yine var, devam ediyor, hep devam edebilir. Öldüğünü unutursam o hep benimle yaşayabilir

Ama “raiting canavarı” izin verirse.

Son satırda yine Barış'ın Türkçülüğüne takılacağım.

Ben de bir ömrü bu uğur­da yaşamış ve yaşayacak olan insanlardan biriyim. Ama Barış'ın bu ülke ve bu ülkü uğruna yaptıklarını ya­pabilmem için bana otuz-kırk daha ömür lazım.

Unutulmasın diye bir da­ha söylüyorum...

O, yakın tarihin bize ta­nıttığı en büyük “"Türkçüler­den biriydi.”

Tanrı Türk'ü korusun ve yüceltsin!




 

A S A M  B Ü L T EN

U F U K  Ö T E S İ