TÜM YAZILARI

Hareket Gazetesi

Dolu dizgin ufka doğru
Meslek odalarını da kazanmalıyız
Her çocuğunuz için bir ağaç dikin
Yol olursa kötü olur
İlkeli ilişkiler ikili ilişkiler
Her 3 mayıs'ta daha ileri
Ahtopotun en güçlü kolu
12'ye çeyrek mi var ?
Birer birer vurulsak da
Tam demokrat,  toplumcu, hukuk devleti
Sevr'in altyapısı hazırlanıyor !
Ormanlarımız yanmasın
Türk Boğazları yeni tüzük tasarısı
Liberalizm - Toplumculuk - MHP (1)
Liberalizm - Toplumculuk - MHP (2)
Biz bir halk hareketiyiz
Teşkilatların yapılanması hakkında

Seçim kapıda

Aday tespitleri
Nicelik değil nitelik
Kim ayrıldı ise o birleşsin
Son 20 yılın vurgun tefrikası (1)
Son 20 yılın vurgun tefrikası (2)
Son 20 yılın vurgun tefrikası (3)
30 eylül mali miladı
Faziletin iki yüzü
Ortalık toz duman
Büyük devlet olmak için
İyi ki MGK var
Aliyev ve Bakü-Ceyhan
Şayet...
Ekmek bıçağı ve başörtüsü
Aday olunuz
Böyle zamanlarda
Kirli ellerle olmaz
Şarkılarda ki erozyon
Selam olsun !
Katil'i unutmayın !
Bu kadar basit !
Demokrasi ve merkez yoklaması
Şimdi daha çok okumalıyız
Eyalet modeli mi, Türk Birliği mi
Barış için yürümek
Siyasetten...

Mutluluklara düşen gölgeler

HAREKET GAZETESİ YAZILARI

 
LİBERALİZM - TOPLUMCULUK - MHP (1)


Liberalizm iflas etmiştir

29 / 06 / 1998

Liberalizmin sözlük anlamını bir ansiklopediden şöyle alabiliyoruz:
"bireysel etkinliklerde serbestliğe ayrıcalık tanıyan iktisat kuramı. 'Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler,' özdeyişiyle özetlenen liberalizm her çeşit 'planlı' ve 'güdümlü' iktisat denemesine, kişinin girişim ve özgürlüğü adına karşı çıkar" (Grolier International Americana-Sayfa 198)

Ansiklopedilerde bu kelimenin açılarak anlatımlarında hep aynı esası görürüz. Bireysel çıkarların toplumun genel çıkarlarının önünde olduğu,devlet müdahalesinin sözkonusu olmadığı, sadece rekabetin dengeleyici olduğu ve genelde 'olabileceklerin en iyisi" olarak tanımlanan bir iktisadi sistem.

Fakat gerçek böyle düz ve problemsiz değildir.

Biz biliyoruz ki rekabet her zaman dengeleyici olamamaktadır. Daha doğrusu, her zaman rekabet olamamaktadır.

70'li yılların 2. yarısında ürettikleri kadarını satamayan ve giderek stokları kabaran madeni eşya sanayicileri, işerlerinde emeğin bekçisi olarak, devrimcilik adına, enternasyonal işçi sınıfı adına temsil selahiyetini elinde bulunduran "Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK)"e bağlı sendikaları bir şekilde (?!) razı ederek greve sürüklemişler ve 9 ay süren o "büyük işçi direnişi" (!) neticesinde fabrikalarını kapatmak zorunda kalmadan, işçi çıkarıp tazminat ödemek zorunda kalmadan ve diğer hukukî ve iktisadî zorlukları yaşamadan stoklarındaki "beyaz eşya"yı tüketmişler, grev başlarken ortalama 5-6 bin lira civarında olan buzdolapları grevin son günlerine doğru artık 13-15 bin liradan satılır olmuştur. Yani bir taraftan stokları tüketirken diğer taraftan karaborsa ile fahiş kârlar elde ederek bir taşla birkaç kuş birden vurmuşlardır.

Yine 70'li yıllarda, ülkenin içine düştüğü ekonomik sıkıntıyı topyekûn bir fedakârlıkla aşmak gerektiği yolunda "kemer sıkma" politikası için çağrı yapan devrin başbakanına yine o devrin işveren sendikaları konfederasyonu başkanı "ben ancak pantolonumun kemerini sıkarım" deme pişkinliğini göstermiştir.

80'li yıllarda ihracat artsın düşüncesiyle bütün kanun ve kuralların esnetildiği bir ortamda zekâsını rahmani değil de şeytani kullanan insanların sağlı sollu "hayali ihracat" darbeleri devleti groke duruma düşürmüştür. İhale yolsuzlukları, rüşvetin başbakandan gelen "Benim memurum işini bilir" vizesiyle kurumlaşması, bütün bunlar liberal sistemin tezahürleridir.

90'lı yılların halen devam etmekte olan "vurgun tefrikaları"nı ise taze hatıralar olduğu için hatırlatmak ihtiyacı duymuyoruz.

Esasen bu sistemde her türlü spekülatif kazanç meşrulaşmıştır ama, ülke ekonomisine olumlu iştiraklerini varsaydığımızdan, bize nispeten daha meşru görünen sanayi işkolundaki holdingler bile yasaların izniyle oluşturdukları paravan şirketleri batakta göstererek ya da ortaklar cari hesaptan harcamalar yaparak ve diğer benzeyen yollarla "ancak kendilrinin gerek gördüğü kadar vergi" vermektedirler. Serbestlik, yani liberal sistem iktisaden özetle budur.

Sosyal ve kültürel boyutuyla liberalizm ise bundan da içler acısıdır.

Oğluna ve kızına söz geçiremeyen babaların vazgeçemedikleri evlat sevgisi onları adeta kanser ederken, özgürlük ve serbestlik adına toplumdışı yaşamaya özenen genç insanlar o kadar süratle çoğalmaktadırlar ki artık toplum dışı olmadıklarını, meselâ homoseksüel, dönme, eroinman vs. olmalarına rağmen toplumun parçası olduklarını iddia eder olmuşlardır. Ve kendileri gibi olmayanlar nezrinde de bu düşüncelere entelektüellik ve çağdaşlık adına yandaşlar bulabilmektedirler.

Ticarette sözün senet olduğu dün kadar yakın günler çok çabuk gerilerde kaldı ve artık senedi ve çekin kendisi dahi itibar görmez oldu. Geçiniz, Türk Lirası artık işlerlik kaybediyor, dolar ve mark manav alışverişine kadar nüfuz etmektedir. Güvene dayalı "veresiye alışveriş" hatıralarımızda kaldı artık.

Tanzimattan bu yana, "batılılaşma" adına fertçi zihniyetin empoze edildiği bu toplum, kendisine yönetsin diye vekil olarak seçtiği insanlara da güven duymamaktadır artık. Siyaset için değil de ticaret milletvekili olanlar parlamentonun çoğunluğunu teşkil eder olmuştur.

"Temiz toplum" kampanyası toplumun tepkisiyle yön değiştirmiş, "temiz yönetim" kampanyasına dönüşmüştür. Siyasette dürüstlük en çok prim yapan özellik haline gelmiştir. Partilerin programları, iktisadî yönelimler, tercih edilme sebebi olarak artık geri planlara düşmüştür.

Ülkemizde yaşadığımız örnekler ile iktisadî, sosyal ve siyasî olarak liberalizmin görüntüleri işte bunlardır. Liberalizm, yani bir diğer deyişle serbestlik, işte budur.

Biz tabii ki devletin her şeye müdahil oludğu bağmaz "sosyalist" sistem yanlısı değiliz. Fakat, teoride hudutsuz serbestlik esasına dayalı, devletin müdahalesini hiçbir şartta kabul etmeyen liberal sistemde pratikte, batn özel şirketlerin devlet tarafından (vergi kaçıramayan işçi, memur ve küçük esnaf gibi toplum katmanlarının büyük çoğunluğunu teşkil edenlerin vergilerinden temin edilen paralarla) kurtarılmasının gelenek haline geldiğnin de farkındayız.

Şunu net olark söyleyebiliriz;

Liberal sistem Türk toplumuna göre değildir. Başka toplumlar bunu hazmedebiliyor olabilirler ama bize uymadığı rahatsızlık verdiği bir realitedir.

Bir başka realite ise, liberalizmin "tekelci kapitalizm"in gençlik yaşları olduğudur. Bu sürecin devamında vahşi kapitalizm vardır.

Kalkınmayı sağlayacak sistem “toplumcu” olmalıdır

Toplumculuğu bazı sözlükler sosyalizmle eşanlamlı gösterirler. Yani devletin bütün iktisadî yapıyı kontrol altında tuttuğu bir sistem olarak tanıtırlar.

Oysa "toplumculuk" ifadesi tek başına bir sistemi anlatmadığı gibi sosyalizm ile de eşanlamlı değildir. Toplumculuk bir ilkedir, bir karakterdir. Esas olarak toplumun menfaatlerinin fert menfaatlerinin önünde tutulması, ferdin menfaatlerinin toplum menfaatlerinin içinde gözetilmesi, korunması ilkesidir.

Toplumculuk MHP'nin doktrini "Dokuzışık"ın temel umdelerinden biridir. "MHP parti programı"nda toplumculuk şöyle özetlenmektedir;

"Türk toplumculuğu 'sosyal devlet', 'mutlu millet', 'sınıfsız toplum' ve 'adalet' ilkelerin istikametinde milliyetçi düşüncenin sosyal hayata bakışını ifade eder. Asırlar boyunca törelerimizin ve inançlarımızın bize kazandırdığı dayanışma ruhundan doğan ve toplumumuzun çağdaş ihtiyaçlarına göre biçimlenen toplumculuk anlayışı topyekûn sosyal meselelerimizin çözümlenmesinde tek çıkar yoludur.

Yabancı kültürlerin eseri olan sosyalizm, komünizm ve liberalizm gibi fikir akımlarının, çağdaş toplumların meselelerini çözmekte gösterdikleri zaaf, hatta acz, insanlığı her geçen gün çaresizliğe itmektedir.

..................

Partimiz, Türk-İslâm tarihi ve medeniyetinin bir geleneği olarak gördüğü ve çağdaş bir uygulama ile devlet hayatına sokmayı planladığı 'Türk Toplumculuğu'nu milletimiz için gerileme ve çöküşten kurtulmanın ve yükselmenin çaresi olarak görür."

 

A S A M  B Ü L T EN

U F U K  Ö T E S İ