25 / 02 / 1999
“Arzu Gızım”ın babası gibi
bir başına kalakaldık öylesine Abdi İpekçi’de.
Salon son misafirlerini uğurlarken üzüntünün çökerttiği
bir ruh halinde, bir sandalyede, o ünlü “düşünen adam”
görüntüsünde uzunca bir zaman geçirdik, bir dost
uyarıncaya kadar.
Çok değerli, şahsen çok kıymet verdiğimiz sayın Ahmet
Vefik Alp Bey’in uzun ve gergin bir dönem sonrası bir
kez daha özverili bir davranış ile hakettiklerini
istemekten vazgeçip kendisinden hareket adına beklenen
görevi kabullenmesi büyük bir mutluluk idi.
İşte bu mutluluğun tescili için ve şahsen
tanıdıklarımızın hepsi birer kıymet olan,
tanımadıklarımızın da öyle olduklarını düşündüğümüz ilçe
ve belde belediye başkan adaylarımızın da Ahmet Vefik
Alp Bey’le birlikte basına ve kamuoyuna takdim için
buluşmuştuk Abdi İpekçi Spor Salonu’nda. Ama az adamdık.
Salon boş kaldı, motivasyon bozuldu, eğlenceli şeylerden
de eğlenmez olduk.
En çok da genel başkanımızın böyle yarısı boş bir salona
hitap etmek zorunda kalışı üzdü ve utandırdı bizi.
Gafil avlanmıştık.
Görev sahası olarak bu işten öncelikle sorumlu olan
arkadaşlarımız bir sonraki günde yapılacak milletvekili
aday sıralamasına konsantre olmuşlardı, ve nasılsa ilçe
ve belde belediye başkan adaylarımızın kendi seçmen
potansiyelleri ile salonu dolduracaklarını
düşünüyorlardı. Sonuçta bunun bir yanılgı olduğunu
farkettik.
Hepimiz çok üzüldük ve çok utandık.
Mutluluğumuza gölge düşmüştü.
Bir sonraki gün, bu kez umulanın ötesinde bir ilgi bir
yoğun kalabalık vardı. Ama bütün gün boyunca “ülkücü
vakar” salona hakimdi.
Kurumlar yerleşiyordu.
Başbuğ’dan sonra camiamızın daha çok zorunlu olduğu ve
ihtiyaç duyduğu “istişare” prensibi ve “sandık”
kurumsallaşmaya başlıyor, “parti içi demokrasi” çağdaş
boyutlarda, diğer parti teşkilatlarında da örneği
görülemeyen seviyelerde uygulamaya konuyordu.
Yada en azından bunun gayreti ve arayışı vardı.
Neden böyle söyledik?
Çünkü, sandıklardan beklenen neticeleri çıkartamadık,
neticeler biraz beklenenin dışında gelişti diye.
Buna rağmen camia olarak sonuçları sükunetle karşıladık
ve kabullendik.
Çünkü daha önemli olan kurumdu.
Sandık bu ilk defasında belki tam bekleneni vermemişti
ama asıl lazım olan sandığın kendisi idi. Hazımsız
tepkiler sandık kurumunu zedeler diye “ülkücü vicdan”
biraz mahzun da olsa, sandık kurumunu yaşatmak için
suskun ve ağır başlı olmayı emrediyordu.
Biliyoruz ki bundan sonra hep “sandık” olacak, hep
“istişare” olacak. Hareketin tabanı kendini
yönetecekleri ve temsil edecekleri kendi belirleyecek.
Bu ilk denemeden eksik sonuçlar çıktı ise bunun sebebi
uygulanan metodun yanlışlığıdır. Kurumun geçersizliği,
işlevsizliği söz konusu değildir.
Yani kimse şunu söylemesin;
“Sandık sandık dediniz, işte sonucu. Bu sonuçlar camiayı
pek mutlu edemediğine göre sandık çözüm değil demek ki.”
Hayır öyle değil...
Sandık özlediğimizdir. Ve artık vazgeçilmezdir. Yanlış
olan metoddur.
İstanbul’da bir seçim bölgesinde 12 adayın ismini
yazmak zorunluluğu yanlıştır.
Hakkında bir kanaat sahibi olduğumuz adayların sayısı
10’u bulamazken ve bunlardan bazılarını bazı sebeplerle
diğerlerine tercih ederken yani birilerini tercih edip ön
sıralarda yer alsın istediğinizde doğal bir refleks ile
diğer birilerinin adını işaretlememek söz konusu
olduğunda, üç yada beş isimden sonra hakkında hiç kanaat
sahibi olmadığınız yarım düzine insanı, lalettayin, loto
doldurur gibi işaretlediğinizde sonuç pek de genel
beklentiler doğrultusunda çıkmayacaktır tabi ki.
Biz bunu sandık gününe çok az bir zaman kala metot bize
tebliğ edildiğinde de bildik ve söyledik.
Herkes de bu metodun İstanbul için yanlış olduğunu çok
sağlıklı neticeler çıkmayacağını bildi ve söyledi.
Buna rağmen hepimiz sandık başında idik.
Çok olgun bir havada seçim yaptık, sayım yaptık.
Ve tıpkı söylediğimiz gibi oldu sonuçlar.
Amaç teşkilatın eğilimlerini belirlemek idi ise bu
sonuçlardan kimin daha çok istendiğini değil ancak kimin
daha çok istemediğini tespit edebilmek mümkündür.
Bir de kadın adaylarımızın gördüğü teveccüh var.
Onları neredeyse herkes yazmıştı.
Bu İzmir’de de böyle İmiş, Antalya’da da.
Teşkilatların bu teveccühü gelecek seferlerde mutlak
dikkate alınmalı ve gereği yapılmalıdır kanaatindeyiz.
Ve metot yanlışlıkları da giderilmelidir.
Hele İstanbul’da başka Adana’da başka diğer bir yerde
daha başka metot uygulanmış ve fakat bu yerlerde gayri
memnun kitleler yoğun bir kalabalık teşkil ediyor ise bu
farklılığın izahı daha bir güçtür.
Bu defa metodun mağdurları “niyet eksikliği”nden söz
edebilirler ve bu ifadeler kamuoyu oluşturmaya yetecek
bir altyapıya sahip olur.
Biz bir “niyet eksikliği”ne ihtimal vermiyoruz.
Şahsından çok güvenli olduğumuz biri Genel Başkan’ımız
var. Onun idaresinde, başka insiyatif noktalarındaki
niyet eksikliklerinin de geçit bulamayacağını
inanıyoruz.
Ama yine de, bu kabil söylentilere imkan vermeyecek
kadar “adaletli” seçim sistemleri bulunması ve
uygulanması gerektiğine dair ısrarlı bir talebimiz var.
Bu konuda umursamaz tavırları olanlar yanılırlar.
Minicik su damlacıklarının bile mütemadiyen aynı noktaya
damlamaları halinde sert kayalarda delikler açtığı bir
vakadır.
Keza rüzgar bile bu sert kayaları dilinin ucu ile
aşındırmışta “peri bacaları”nı ibret abidesi olarak
insanlığa sunmuştur.
Kendini ve konumunu kaya kadar kavi görenler
umursamadıkları esintilere ve minicik damlacıklara malup
olurlar.
Bizim gönlümüz böyle mağlubiyetleri özlemiyor ama bu
gerçeğin farkındayız ve bu gerçeğin farkında
olmayanlaradır sözümüz.
Tanrı Türk’ü korusun ve yüceltsin. |