TÜM YAZILARI

Hareket Gazetesi

Dolu dizgin ufka doğru
Meslek odalarını da kazanmalıyız
Her çocuğunuz için bir ağaç dikin
Yol olursa kötü olur
İlkeli ilişkiler ikili ilişkiler
Her 3 mayıs'ta daha ileri
Ahtopotun en güçlü kolu
12'ye çeyrek mi var ?
Birer birer vurulsak da
Tam demokrat,  toplumcu, hukuk devleti
Sevr'in altyapısı hazırlanıyor !
Ormanlarımız yanmasın
Türk Boğazları yeni tüzük tasarısı
Liberalizm - Toplumculuk - MHP (1)
Liberalizm - Toplumculuk - MHP (2)
Biz bir halk hareketiyiz
Teşkilatların yapılanması hakkında

Seçim kapıda

Aday tespitleri
Nicelik değil nitelik
Kim ayrıldı ise o birleşsin
Son 20 yılın vurgun tefrikası (1)
Son 20 yılın vurgun tefrikası (2)
Son 20 yılın vurgun tefrikası (3)
30 eylül mali miladı
Faziletin iki yüzü
Ortalık toz duman
Büyük devlet olmak için
İyi ki MGK var
Aliyev ve Bakü-Ceyhan
Şayet...
Ekmek bıçağı ve başörtüsü
Aday olunuz
Böyle zamanlarda
Kirli ellerle olmaz
Şarkılarda ki erozyon
Selam olsun !
Katil'i unutmayın !
Bu kadar basit !
Demokrasi ve merkez yoklaması
Şimdi daha çok okumalıyız
Eyalet modeli mi, Türk Birliği mi
Barış için yürümek
Siyasetten...

Mutluluklara düşen gölgeler

HAREKET GAZETESİ YAZILARI

 
MUTLULUKLARA DÜŞEN GÖLGELER


25 / 02 / 1999

“Arzu Gızım”ın babası gibi bir başına kalakaldık öylesine Abdi İpekçi’de.

Salon son misafirlerini uğurlarken üzüntünün çökerttiği bir ruh halinde, bir sandalyede, o ünlü “düşünen adam” görüntüsünde uzunca bir zaman geçirdik, bir dost uyarıncaya kadar.

Çok değerli, şahsen çok kıymet verdiğimiz sayın Ahmet Vefik Alp Bey’in uzun ve gergin bir dönem sonrası bir kez daha özverili bir davranış ile hakettiklerini istemekten vazgeçip kendisinden hareket adına beklenen görevi kabullenmesi büyük bir mutluluk idi.

İşte bu mutluluğun tescili için ve şahsen tanıdıklarımızın hepsi birer kıymet olan, tanımadıklarımızın da öyle olduklarını düşündüğümüz ilçe ve belde belediye başkan adaylarımızın da Ahmet Vefik Alp Bey’le birlikte basına ve kamuoyuna takdim için buluşmuştuk Abdi İpekçi Spor Salonu’nda. Ama az adamdık. Salon boş kaldı, motivasyon bozuldu, eğlenceli şeylerden de eğlenmez olduk.

En çok da genel başkanımızın böyle yarısı boş bir salona hitap etmek zorunda kalışı üzdü ve utandırdı bizi.

Gafil avlanmıştık.

Görev sahası olarak bu işten öncelikle sorumlu olan arkadaşlarımız bir sonraki günde yapılacak milletvekili aday sıralamasına konsantre olmuşlardı, ve nasılsa ilçe ve belde belediye başkan adaylarımızın kendi seçmen potansiyelleri ile salonu dolduracaklarını düşünüyorlardı. Sonuçta bunun bir yanılgı olduğunu farkettik.

Hepimiz çok üzüldük ve çok utandık.

Mutluluğumuza gölge düşmüştü.

Bir sonraki gün, bu kez umulanın ötesinde bir ilgi bir yoğun kalabalık vardı. Ama bütün gün boyunca “ülkücü vakar” salona hakimdi.

Kurumlar yerleşiyordu.

Başbuğ’dan sonra camiamızın daha çok zorunlu olduğu ve ihtiyaç duyduğu “istişare” prensibi ve “sandık” kurumsallaşmaya başlıyor, “parti içi demokrasi” çağdaş boyutlarda, diğer parti teşkilatlarında da örneği görülemeyen seviyelerde uygulamaya konuyordu.

Yada en azından bunun gayreti ve arayışı vardı.

Neden böyle söyledik?

Çünkü, sandıklardan beklenen neticeleri çıkartamadık, neticeler biraz beklenenin dışında gelişti diye.

Buna rağmen camia olarak sonuçları sükunetle karşıladık ve kabullendik.

Çünkü daha önemli olan kurumdu.

Sandık bu ilk defasında belki tam bekleneni vermemişti ama asıl lazım olan sandığın kendisi idi. Hazımsız tepkiler sandık kurumunu zedeler diye “ülkücü vicdan” biraz mahzun da olsa, sandık kurumunu yaşatmak için suskun ve ağır başlı olmayı emrediyordu.

Biliyoruz ki bundan sonra hep “sandık” olacak, hep “istişare” olacak. Hareketin tabanı kendini yönetecekleri ve temsil edecekleri kendi belirleyecek.

Bu ilk denemeden eksik sonuçlar çıktı ise bunun sebebi uygulanan metodun yanlışlığıdır. Kurumun geçersizliği, işlevsizliği söz konusu değildir.

Yani kimse şunu söylemesin;

“Sandık sandık dediniz, işte sonucu. Bu sonuçlar camiayı pek mutlu edemediğine göre sandık çözüm değil demek ki.”

Hayır öyle değil...

Sandık özlediğimizdir. Ve artık vazgeçilmezdir. Yanlış olan metoddur.

İstanbul’da bir seçim bölgesinde 12 adayın ismini yazmak zorunluluğu yanlıştır.

Hakkında bir kanaat sahibi olduğumuz adayların sayısı 10’u bulamazken ve bunlardan bazılarını bazı sebeplerle diğerlerine tercih ederken yani birilerini tercih edip ön sıralarda yer alsın istediğinizde doğal bir refleks ile diğer birilerinin adını işaretlememek söz konusu olduğunda, üç yada beş isimden sonra hakkında hiç kanaat sahibi olmadığınız yarım düzine insanı, lalettayin, loto doldurur gibi işaretlediğinizde sonuç pek de genel beklentiler doğrultusunda çıkmayacaktır tabi ki.

Biz bunu sandık gününe çok az bir zaman kala metot bize tebliğ edildiğinde de bildik ve söyledik.

Herkes de bu metodun İstanbul için yanlış olduğunu çok sağlıklı neticeler çıkmayacağını bildi ve söyledi.

Buna rağmen hepimiz sandık başında idik.

Çok olgun bir havada seçim yaptık, sayım yaptık.

Ve tıpkı söylediğimiz gibi oldu sonuçlar.

Amaç teşkilatın eğilimlerini belirlemek idi ise bu sonuçlardan kimin daha çok istendiğini değil ancak kimin daha çok istemediğini tespit edebilmek mümkündür.

Bir de kadın adaylarımızın gördüğü teveccüh var.

Onları neredeyse herkes yazmıştı.

Bu İzmir’de de böyle İmiş, Antalya’da da.

Teşkilatların bu teveccühü gelecek seferlerde mutlak dikkate alınmalı ve gereği yapılmalıdır kanaatindeyiz.

Ve metot yanlışlıkları da giderilmelidir.

Hele İstanbul’da başka Adana’da başka diğer bir yerde daha başka metot uygulanmış ve fakat bu yerlerde gayri memnun kitleler yoğun bir kalabalık teşkil ediyor ise bu farklılığın izahı daha bir güçtür.

Bu defa metodun mağdurları “niyet eksikliği”nden söz edebilirler ve bu ifadeler kamuoyu oluşturmaya yetecek bir altyapıya sahip olur.

Biz bir “niyet eksikliği”ne ihtimal vermiyoruz.

Şahsından çok güvenli olduğumuz biri Genel Başkan’ımız var. Onun idaresinde, başka insiyatif noktalarındaki niyet eksikliklerinin de geçit bulamayacağını inanıyoruz.

Ama yine de, bu kabil söylentilere imkan vermeyecek kadar “adaletli” seçim sistemleri bulunması ve uygulanması gerektiğine dair ısrarlı bir talebimiz var.

Bu konuda umursamaz tavırları olanlar yanılırlar.

Minicik su damlacıklarının bile mütemadiyen aynı noktaya damlamaları halinde sert kayalarda delikler açtığı bir vakadır.

Keza rüzgar bile bu sert kayaları dilinin ucu ile aşındırmışta “peri bacaları”nı ibret abidesi olarak insanlığa sunmuştur.

Kendini ve konumunu kaya kadar kavi görenler umursamadıkları esintilere ve minicik damlacıklara malup olurlar.

Bizim gönlümüz böyle mağlubiyetleri özlemiyor ama bu gerçeğin farkındayız ve bu gerçeğin farkında olmayanlaradır sözümüz.

Tanrı Türk’ü korusun ve yüceltsin.




 

A S A M  B Ü L T EN

U F U K  Ö T E S İ