14 / 09 / 1998
Ekonominin yaldızları
dökülüyor, altından o bildiğimiz paslı gerçekler yeniden
görünmeye başlıyor.
Yıllar yılı hükümetler ülkenin mali politikalarını
sermaye çevrelerinin talepleri doğrultusunda, onların
menfaatlerini esas alacak şekilde, toplumsal menfaatleri
hiçe sayacak şekilde yönetmişlerdir. Toplumda da bu
artık kanıksanmış bir kanaat haline gelmiştir. "Bu
böyledir, her gelen aynını yapmıştır, her gelecek olan
da aynını yapacaktır" şeklinde teslim olunmuş bir
mağduriyet sözkonusudur.
Beklenmedik bir şekilde apansız ortaya çıkan bir
hükümet, hakkındaki "ısmarlama hükümet", "bazı güç
odaklarının topluma dayattığı hükümet" söylentilerinden
arınabilmek için görünüşte toplumsal beklentileri
karşılamayı amaçlayan bazı ekonomik tedbirler ve
tasarrufları uygulamaya koymuş, yine sermaye
çevrelerinin kontrolünde olan yandaş basın ve TV'ler
kanalıyla da bunları kamuoyuna kurtuluş reçeteleri
olarak takdim etmiştir. Vatandaşın bu propogandadan
etkilendiği de bir vakıadır.
Ama, ilk satırda söylediğimiz gibi, yaldızlar dökülüyor
ve o kanıksanmış paslı gerçek ortaya çıkıyor.
"Acı reçete" diyerek devalüasyon yaptılar, enflasyonu üç
rakamlı sayılara çıkardılar, yine "acı reçete" diyerek
bu kez de tasarruf tedbirleri uygulamaya koydular. Bu
tasarruf tedbirleri her zaman olduğu gibi işçi, köylü ve
memur gibi toplumun büyük çoğunluğunu teşkil eden dar
gelirli çevrelere uygulandı. Sağdaki ve soldaki sendika
patronlarını kolkola takıp yürüttüler işçiyi yasaların
karşısında boğdular, tarım ürünlerine düşük fiyatlar
verip üreticiyi mağdur ettiler, enflasyonu azdırmamak
gerekçesiyle son memur zammını %20'de tutarak hükümet
olduklarında devraldıkları memur maaşlarını kendi
dönemlerindeki enflasyon artışlarının %25 altında
bıraktılar.
Enflasyonun yıllık artış oranını %75'lerde teslim alan
hükümet, yarısı yolsuzluklar ve dolandırılan devlet
bankaları sebebiyle oluşan, %100'leri aşan enflasyonu,
aç yandaşları doyurduktan sonra ve özelleştirme
gelirleri sayesinde, biraz da yukarıda belirttiğimiz
işçi köylü ve memura düşük ücret vererek, yaz aylarının
meyve ve sebzelere getirdiği doğal ucuzluktan da
istifade ederek %67'lere düşürebilmelerini medyanın da
desteğiyle, büyük ekonomik başarı olarak lanse
etmektedirler.
"Borçları ödüyoruz, kasamızda açık yok, işte enflasyonu
da düşürüyoruz, daha ne istiyorsunuz?" diyorlar.
Sanki çocuk kandırıyorlar. Devletin ana geliri
ucuz-pahalı neye tutturursa sattığı, genelde yandaşlara
peşkeş çektiği, özelleştirme gelirleri olmuş. Bu
satılanlar birgün bitecek, artık satacak bir şey
kalmayacak. O zaman deliği kim kapayacak? Memura
verilmeyen zamlar enflasyonu -bırakınız düşürmeyi-
yerinde tutmaya yetecek mi?
Önce niyet ve kararlılık
Daha önce de söylediğimiz
gibi, enflasyonu da düşürmek için, kalkınmayı da
sağlamak için, gelir dağılımındaki adaletsizliği de
gidermek için öncelikle lazım olan "gerçek niyet ve
kararlılık"tır.
Kurulurken bir seçim hükümeti olmak iddiasıyla
kamuoyunun huzuruna çıkan bu hükümet, kurulduktan hemen
sonra 2.000 yılına kadar bir icraat hükümeti olacağını
söylemeye başladı. Daha doğarken millete ilk çalımı
attı.
Bu hükümet ısmarlama hükümet olduğu iddialarından
aklanma gayretleri ile ve toplumsal beklentilere cevap
mahiyetinde bir vergi yasası çıkaracak oldu, yasa
çıkmadan önce gazete ve televizyonlarda müspet
propogandalar yapıldı, vergisiz kazananların ve
gerektiği kadar yerine dilediği kadar vergi verenlerin
peşine düşeceğini söyledi, "herkese bir vergi numarası
vereceğiz" dedi ama daha yasa çıkmadan finans
çevrelerinden gelen baskılarla geri adımlar attı. Balonu
daha şişerken patladı.
Aradaki nice benziyen kararsızlık örneklerinden sonra,
TBMM tatile girmeden hemen önce 488 milletvekilinin
oyuyla 18 nisan 1999'da genel ve yerel seçimlerin
birlikte yapılmasını karara bağladı. Kısa bir süre
sonra, önce başbakanın ifade ettiği, sonra seçime evet
diyen diğer bazı etkili parlamenterlerin de gerekçeler
sunarak katıldığı seçimin tarihini ertelemeye dönük bir
tartışma başladı. Kamuoyu geçit vermeyince bu
tartışmalar durdu.
13 ağustosta resmi gazetede yayınlanan bir "bakanlar
kurulu kararı"na göre, yeni vergi yasasında yapılan
değişiklik gereği bankalararası mevduatta stopaj %6
olarak belirleniyor, 18 gün sonra, 1 eylülde resmi
gazetede yayınlanan başka bir "bakanlar kurulu kararı"
ile bu stopaj oranı %6'dan sıfıra indiriliyor.
Alınan kararların altındaki imzaların mürekkebi
kurumadan, aynı insanlar tarafından bu kararları tekzip
eden başka kararların alınması veya bu kararların,
alındıktan kısa bir süre sonra alan kişiler tarafından
tartışmaya açılması bu kararların enine boyuna
düşünülmeden alındığını gösteriyor. Devlet böyle
yönetilmez ki!
"Kara Para"lar aklanacak
29 temmuz tarihli resmi
gazetede yayınlanan Gelir Vergisi Kanunu
değişikliklerinin "geçici 47. Madde"sine göre, Maliye
Bakanlığı'nın "Ak Çarşamba" olarak duyurduğu, basında
"Mali milad" olarak isimlendirilen "30 eylül" gününde
bankaların yurt içi şubelerinde ve kanunda kabul edilen
bazı kurumlarda bloke edilen, TL, döviz ve kıymetli
evrak olarak kayıt altına giren paralar geçmişe yönelik
takipten kurtulacaktır.
Bu özetle şu demektir; "sizin kanunsuz yollardan
kazandığınız, vergisini vermediğiniz bu sebeplerle
gizlediğiniz paraları 30 eylülde kayıt altına sokarsanız
bunu nerden kazandığınızı sormayacağız, geçmişe dönük
hiçbir takip yapmayacağız. Bu daha öncesinde vergisini
vermemek için devletten gizlediğiniz bir para olabilir,
uyuşturucu ve silah kaçakçılığı gibi, dolandırıcılık ve
hırsızlık gibi, zimmete geçirmek gibi, rüşvet almak gibi
yollardan kazanmış olduğunuz kirli bir para da olabilir,
30 eylülden sonra bu para hükümete soluk aldıracak yeni
vergi gelirlerine imkân sağlayacaksa geçmişinin ne kadar
karanlık ve kirli olduğu önemli değildir, bundan sonra
çalışarak kazanılan helâl kazançlarla bir tutulacaktır
ve hiçbir kanuni takibata maruz kalmayacaktır. Hayırlı
olsun ve ananızın ak sütü gibi helâl olsun."
Ve asıl bu kanunu çıkarabilenlere helâl olsun!
Teşbihte hata olmaz, eşekler gibi çalışanlar gerçekten
eşek mi, koyun mu ki böylesine kolay güdüp
sağabiliyorsunuz?
Kayıt dışı ekonomiyi kayıt altına almanın daha doğru,
daha ahlâklı yolları da olabilmelidir ve vardır. Düzgün
bir sistem kurarsınız, dürüst ve işbilir kadroları da
göreve getirirsiniz, olur. O zaman hırsızları ve
vurguncuları, uyuşturucu ticaretinden zengin olanları
affederek ödüllendirmiş olmazsınız.
Bütün dünyada uçak kaçıran, baskın yapıp rehine alan
terör örgütleriyle pazarlık yapılmaz. Niçin? Çünkü böyle
bir taviz yeni terör eylemleri için cesaretlendirici
olur.
İşte bu kabil af uygulamaları da hırsız ve vurguncular
için, kanunsuz ve kirli yollardan kazananlar için ödül,
kazanmak düşüncesinde olanlar için de cesaret kaynağı
olur.
Geçmiş bir dönemde, "şu kadar bir parayı vergi dairesine
yatırın (rüşvet gibi), karşılığında bundan sonra
defterleriniz geriye dönük takibata uğramıyacak"
şeklinde, yine hükümetin mali zorluklarına geçici bir
çözüm bulmak, bir para rahatlığı sağlamak için, amacı
ahlâksız, metodu ahlâksız bir uygulama oldu da ne oldu,
vergi yüzsüzleri mi azaldı?
Bu hükümet de ilk vergi yasası değişikliğini yaptığında
vergi cezalarına büyük oranda af getirirken, yine aynı
yüzsüzler aynı geçmiş uygulamalardan cesaret alarak,
"nasılsa ilerde bir vergi affı daha çıkar" diyerek
devleti,daha doğru bir ifadeyle milletin vergi veren
kısmını aptal yerine koymamışlarmıydı.
Bu adaletsizliği de yine bu hükümet, yine kasasına
birkaç kuruş girsin de biraz rahatlasın diye yapmamış
mıydı?
Liberal sistem işte böyle bir sömürü düzenidir, hırsız
düzenidir. A partisi, B partisi, sağda olanı solda
olanı, liberaller hep aynıdır. Ve bu millet de artık
bunu görmektedir.
İlkeli, bilgili, dürüst kadroları ile devleti yönetmeğe
hazır olan MHP'nin Genel Başkanı Sayın Devlet
Bahçeli'nin de ifade ettiği gibi, iktidar olmak
milletimizce bir sıraya konmuş idiyse, artık MHP'nin
iktidar olma sırası gelmiştir.
Tanrı Türk'ü korusun ve yüceltsin! |