31 / 08 / 1998
“Adil Düzen” takiyyesi
Erbakan bu ülkenin tanıdığı
en ihtiraslı siyasetçidir. Bir başbakan olmadan ölse idi
gözleri açık giderdi. Başbakan olabilmek için meclis
kürsüsünden "Biz iktidar olacağız, kanlı mı olacak tatlı
mı olacak ona siz karar vereceksiniz!" diyerek devletin
kurumlarını ve halkı tehdit edecek kadar gözü döndü.
Sonrasında yine başbakanlık uğruna, kendisine ve
partisine köpeklerinin yutamayacağı hakaretleri eden
Çiller ile ortaklık yaptı.
Onun nefsinin ve hırsının büyüklüğünü MC dönemlerinden
bilen Demirel onunla yeniden ortaklığı göze alamadığı
için, içinde PKK temsilcileri de olan SHP ile ortaklığı
tercih etmiştir. MC dönemlerinde kendi seçim vaadleri
bile uygulamaya konulurken mecliste onaylamak için Milli
Selamet Partisi parmak sayısını, her defasında bir başka
KİT Genel Müdürlüğüne karşılık olarak pazarlamıştır.
Eskiyi bırakın daha dünlerde Bosna katliamında
parçalanmış cesetlerin fotoğraflarını afiş yaparak iş
yerlerimizin evlerimizin kapısına, duvarına yapıştırıp,
sonra da eli makbuzlu orduları işyerlerine, cami
kapılarına salarak trilyonları toplayan, daha sonrasında
bu trilyonları, haram olmasına rağmen, haram olduğunu
günde birkaç kez söylemesine rağmen, herkesi her gün
faizci diye aşağılamasına rağmen -ve bu paraların da
kendilerine Bosna'ya gönderilmek üzere verilmiş olmasına
rağmen- en yüksek faizi veren en riskli bankalara
yatırdığını banka batınca öğrenmedik mi? Banka
batmasaydı da öğrenebilecek miydik? Öğrenemediğimiz daha
neler var acaba? Kaddafi'den de seçim yardımı olarak
yüklü bir çek aldığını ancak yıllar sonra tesadüfen
öğrenebildiğimiz hatırlayalım!
Babadan mirasyedi olmayan Erbakan'ın kızına masal gibi
bir düğün yaptığını, ehliyete yaşı tutmayan oğlunun ise
süper lüks arabalarla gezindiğini de hatırlayalım.
TBMM Malvarlığı Araştırma Komisyonu'na bildirdiği 148
kg. altını ve bir o kadar dövizi, öğretim üyeliği ve
Odalar Birliği yöneticiliği maaşlarından artırarak
edindiği hiç de inandırıcı değil.
Bu Erbakan'ı ve partilerini yaz yaz bitmez.
Geçmiş ANAP, DYP, SHP yönetimlerinden canı yanan, önceki
dönem umutla görev verdiği SHP'li belediyelerde neye
uğradığını şaşıran, nevri dönen millet "denize düşen..."
misali bu kez de REFAH'a teslim etti belediyeleri.
Oyuncular değişince oyunda da bir tadilat yapıldı.
Masanın arkasını tutan Refah'lılar "git partiye bağış
yap" diyorlar. Vatandaş ta bunu saygıdeğer buluyor,
"kendi alabilecekken almadı bak, amaçları, idealleri
uğruna partisine gönderiyor, ne mübarek adam" diye
değerlendiriyor. REFAH teşkilatına para verenin de bunun
rüşvet olduğu aklına gelmiyor, Cennet'ten bir kapı
araladığını zannedip seviniyor. Ve bu paralarla yükünü
tutan parti teşkilatı kendine çalışanları zengin ediyor.
REFAH teşkilat çalışanlarının hemen hepsi zengin
olmuştur. Henüz zengin olamamış pek azı da zengin olmak
beklentisindedir.
Refah'ın devamı olan Fazilet partisinde farklı ve yeni
bir şey yok, "eski tas eski hamam".
Erbakan arkadan gelen genç kuşağa bu alabora döneminde
partiyi kaptırmadı, kendi gitti gayrı milli ümmetçi bir
emanetçi ile uzaktan kumanda yürütüyor işleri. Umudu,
yeni bir iktidar ortaklığından sağlayacağı güçle kendi
üzerindeki siyaset yasağını kaldırmakta. Ama bu pek
olacak gibi görünmüyor. Son olarak kapatılmadan hemen
önce REFAH'ın banka hesaplarından çekilerek iç edilen
kayıp 1 trilyon liranın peşine düşen savcılık Erbakan ve
arkadaşlarının daha çok başını ağrıtacağa benziyor.
Tabanın öne çıkarmak istediği sakalsız genç kuşak lafın
yeri geldiğinde milletten ve milli değerlerden söz
edebiliyorlarsa da para ilişkilerinin kültürü aynı.
Özellikle İstanbul ve Ankara belediyeleri geniş
imkanlarını yandaş vakıflar kanalıyla hortumluyorlar,
partiye ve partili işadamlarına, partinin yayın organı
konumundaki gazetelere, radyo ve televizyonlara
aktarıyorlar.
Yani, arkadan gelenler de takiyye yapmaya devam
edeceklermiş gibi görünüyor. Yaşasın "Adil düzen"!
Örtülü ödenekten
"uçuran"lar
Son elli yıldır ülkeyi
yöneten liberal sağın iki başlı olup, Türkiye'nin
istikrarsız, güçsüz, bıçak sırtındaki oy dengelerine
oturan mahkûm hükümetlerle yönetilmesine sömürgeci batı
sermayesi tarafından memur edildiğini düşündüğümüz çift
pasaportlu Tansu Çiller'in kocasından gelen soyadının
"Uçuran" olması ilginç bir tesadüftür.
Kirasını kızının ödediği -zaman zaman da ödemediği- bir
evde oturan anne Çiller'in bu evde bir çıkın içinde
sakladığı yüklü bir parayı ölümünden sonra bulduklarını
ve bu parayı gizlice borsada servet yaptıklarını
söyleyen "uçuran"ların bu hikayesine kimse inanmamıştır.
Yargı yolu bir açılırsa hukukçuların da inanmadığı
görülecektir.
Kendisine devlet ve millet çıkarlarının -ve devletin
örtülü ödenek kasasının- emanet edildiği Başbakanlığı
döneminde bile, aynı zamanda ABD vatandaşı olan, çift
pasaport taşıyan, yine aynı dönemde şaibeli servetinin
yarıdan çoğunu ABD'de bulundurabilen Çiller'in bu durumu
Dünya üzerinde, tarihte ve halde, başka bir örneği
görülemeyecek akıllara ziyan bir durumdur.
Ekonomiyi rayına oturtmak gerekçesiyle alınan ve
uygulanan "5 Nisan kararları"nın ve bu uygulama
esnasındaki hortumlamanın sorumlusu da ekonomiyi kendi
insiyatifinde tutan Başbakan Çiller'dir.
5 Nisan'da çok yüksek oranda devalüasyon yapılacağı,
yapılmadan önce belliydi, biliniyordu. Buna rağmen
hükümet 4 nisanda 3 milyar doları piyasaya sattı, birgün
sora da geri aldı. Bir gün içinde o hükümetin seçtiği
yandaş insanlara devlet kasasından peşkeş çekilen rakam
yaklaşık 750 milyon dolar (bu günkü parayla 200 trilyon
lira)dır. Bu çok büyük bir vurgundur, hem de ekonomiyi
düzeltmek, enflasyonu dizginlemek için yapılan "5 nisan
kararları"nın ruhuna aykırıdır, bu çelişkidir.
Çiller'in, devletin ihale zarflarını, kendi işi olmadığı
halde bizatihi ve olmadık bir pişkinlikle kendi evinde
açarak ihalelere müdahale ettiği, örtülü ödenekten
siyasi destek vaadeden dolandırıcılara dahi paralar
kaptırdığı -hal böyle ise siyasi destek temin ettiği
bilinenlere de minnet ödemelerini haliyle bu devlet
kasasından yapmış olabileceği- artık bilinen bir
vakıadır.
Bu mantık yapısının kendi hayat standardını da aynı
imkanları kullanarak yükseltmiş olması pekala
muhtemeldir.
O dönemde Başbakanın eşi Özer Uçuran Çiller'in, devletin
bütün paralı işlerinde sahne aldığı, çokça iddia
edildiğine göre de komisyonlar aldığı artık kamu
vicdanında kanata haline gelmiştir.
Devletin ormanına, sit alanına, yatına, katına,
mizahçılara konu olduğu üzere "ski"sine dahi bedavadan
sahip olmak bu aile için normal bir davranış olmuştur.
Bu kadar şaibeye bulaşmış birinin hala bir büyük
partinin genel başkanı olabilmesi, müstakbel başbakan
adaylarından biri olarak toplumun karşısına çıkması,
vatandaşın da artık bu tür hırsızlıkları ve arsızlıkları
kanıksadığına bir işarettir ne yazık ki. |