MAVİ
MARMARA TOPLANTISI HAKKINDA
BÜYÜK KURULTAY
Gazetesinin “Mavi marmara toplantısı”nı yorumlayan haberinden ;
“..........Sayın
Bahçeli bu toplantıda sayıları az da olsa bir grubun kendisini anlamak istemediğine
dikkat çekti ve bundan duyduğu üzüntüyü dile getirdi. Lideri asıl üzen konunun,
bu insanların yıllardan beri hareketin içinde bulunduklarını unutarak menfî propagandalara
kapılma gafletine düşmeleri olduğu açık ifadelerinden anlaşıldı. Sayın Bahçeli
konuyu buraya getirdiğinde kimseyi incitmek ve karalamak istemediğini, kimseyle
bir meselesi olmadığını söyledi ve herkesi her zamanki gibi kucaklamaya hazır
olduğunu kaydetti.Liderin önemli bir temennisi de dikkat çekiciydi. Genel Başkan,
rahmetli Başbuğ'un sağlığında da benzer davranışları sergileyen bu insanların,
partinin iyi yönetilmediğini ileri sürerek başka partilerin ekmeğine yağ sürme
gafletinden kurtulmalarını diledi.Bu insanların isterlerse başka partilerde siyaset
yapmayı tercih edebileceklerini hatırlatan Sayın Bahçeli, kimsenin kendi yolunda
yürüme kararlığı içindeki MHP'yi ve mensuplarını engelleyemeyeceğini belirtti
ve bu tür girişimlere asla izin vermeyeceğini söyledi Konuşması uzun alkışlarla
kesilen liderin, hiçbir zaman yalnız olmadığı ve MHP'nin, kurulduğundan beri sahip
çıktığı ilkeler doğrultusunda oluşan hedefe küçük bir grupla değil büyük bir kitleyle
yürümekte olduğu bir kez daha görüldü. ..........”
Burada kastedilenlerden
biri olmaktan tereddütüm var.
Başkalarının menfi
propagandalarına kapılmış olmak benim için asla söz konusu değil.
Fakat anlamakta
güçlük çektiğim şeyler var ve partinin iyi yönetilmediği kanaatini paylaşıyorum.
Ve evet, Başbuğ’un sağlığında da yanlış ve eksik gördüğü konularda düşüncelerini
yüksek sesle dile getirenlerdenim.
Ama o dönemde bu
kabil eksikliklere tavırlı olanlardan biri de Sayın Genel Başkan idi.
Başbuğ’un sağlığında
50’den fazla ilde “üye güncellemek” gerekçesiyle, keza Mavi marmara toplantısında
hitap edilen bu nezih topluluğun büyük çoğunluğunun da, üyelik hakları “askıya”
alınmıştı ve ilçelerde, yönetim kurulu üyeleri, eşleri ve kardeşleri gibi yakın
çemberden oluşan 70-100 kişilerle kongreler yapılırken bunu onaylamayanlardan
biri Sayın Devlet Bahçeli, yine bir diğeri bu haksızlıkları sahibi ve başyazarı
olduğu “Milliyetçi Çizgi” gazetesinde net ve hatta sert bir üslup ile eleştiren
Sayın Şefkat Çetin idi. Kimsenin “hatırlamıyorum” diyemeyeceği kadar yakın
bir geçmiş bu.
Bundan daha yakını ise son büyük kongre sürecidir.
Dün bu haksızlıklara
itirazı olanlar bu gün yönetici iken, bütün Türkiye sathında, 10.000, 20.000,
30.000 oy alınmış ilçelerde dahi, tıpkı önceki örnekteki gibi, çoğu hareketle
mazisi bulunmayan kişilerden oluşan ısmarlama 300-350 seçici ile kongreye giderlerken
Mavimarmara’daki bu nezih topluluğun büyük çoğunluğu yine üye değildi.
Şimdi; muhatabı
olduğunda itiraz ettiği bu haksızlıkları -tabir caizse- suyun başını tutunca kendi
de yapmış olmak mı yanlış, yoksa bu haksızlıklara o gün ve bu gün karşı olmak
mı yanlış ?
Bu kabil yanlışlıkları dile getirenleri gafletle veya başka merkezlere hizmet
etmekle suçlayıp hatta böyle itirazları olanlara evin tek ve değişmez sahibi imişçesine
kapıyı gösterip başka partilerde siyaset yapmalarını önerdikten sonra da
“kimseyi kırmak üzmek istemiyorum” demek ne kadar inandırıcı.
Şahsım adına söylüyorum;
kendimi bu hareketin her samimi mensubu kadar ev sahibi hissediyorum.Benim için
biryere gitmek söz konusu olamaz.Benden hoşnut olmayanların başka yerlere gitmesini
istemek de hakkım değildir, biliyorum.
Benim de kimseyle
meselem yok.
Her zaman dile getirdiğim gibi;
“Bizi kimin yönettiği
değil bizi nasıl yönettiği önemlidir. Bizi adaletle yönetip yönetmediği önemlidir.”
Haksızlıkları ve
yanlışlıkları dile getirmek, bunlara itirazı olmak her ülkücünün yalnız hakkı
değil aynı zamanda vazifesidir. Bunları “engelleme gişimi” olarak isimlendirerek
haksızlıklara ve yanlışlıklara itirazın önünü kesmeğe çalışmak da ayrı bir haksızlıktır.
Bu tür engelleme(!)
girişimlerine izin verilmeyeceği ise zaten iyi ve kötü bir çok örnekte görüldü.
Özgürce konuşulabilsin
diye yasal dokunulmazlığı bulunan meclis kürsüsünde, vekili olduğu milletin -hiç
değilse- bir kesiminin duygu ve düşüncelerini dile getiren Sayın Ali Güngör’ün
hukuk ve tüzük dışı bir üslup ile partiden ihraç edilmesi en bariz örnektir.
Hele ki, daha önce
bir başka siyasi partiden milletvekili seçilip yakın bir geçmişte MHP’ye geçmiş
olan birinin, mazisi ülkücü hareketin şanlı mazisi ile bütünleşmiş olan birini
“ibret için” böyle ağır cezalandırdıklarını söyleyebilmesi duvarlara MHP yazabilmek
için kurşun menziline giren ve bir çoğu duvarlara MHP yazarken şehit olan “efsane
gençlik”in yaşayan mensuplarına ıstırap olmuştur.
Bunları alkışlıyanlar
ise oraya davet edilenlerden bu ifadelere muhatap olanlar değil bu haksızlıklara
öncesinden teslim olup “ısmarlanmış seçiciler ve seçilmişlerden oluşan yol arkadaşları”
idi.
Orada olmak, orada her söylenene zihninde sorgulamadan katılmak ve kabullenmek
anlamında değildir.
Kendilerine bu hakları teslim edilmiş olsa idi orada olanların birçoklarının söyleyeceği
sözler ve soracağı sorular olacağı muhakkaktı.
Konuşmanın ağırlığını
teşkil eden konu, “Avrupa Birliğine kayıtsız şartsız değil, milletimizin hak ve
çıkarlarını gözeterek, üniter yapımızı, toprak bütünlüğümüzü ve bağımsızlığımızı
tehlikeye sokacak konularda çekinceler koyarak katılabileceğimiz” yaklaşımıydı.
Bu MHP’nin seçimden önce, seçimden hemen sonra ve hükümetin ilk günlerinde dile
getirdiği bir görüştü.
Aradaki yasama
döneminde bu söylemle çelişen bir süreç yaşanmasına rağmen bu gün yeniden bu söylemin
sahiplenilip öne çıkarılması zaten hareketin tüm mensuplarının benimsediği ve
takdir ettiği bir tavır olmuştur. Bunun, seçimin telafuz edildiği bir dönemde
seçmen tabanına mesaj olarak adlandırılması dahi bu memnuniyete gölge düşürememiştir.
Ama bu, sözünü
ettiğimiz aradaki dönemde yapılanları ve yapılmayanları yok saymamıza yetmez.
Benim kişisel olarak
en öne aldığım konu ülkenin ve ulusun geleceğini mahküm eden yasalardır.
Soruyorum ;
Ulusal egemenliğimiz
konusunda kriter teşkil edebilecek “Tahkim yasası”, “Endüstri bölgeleri
yasası”, “Petrol yasası” ve bu mahiyetteki yasalar hakkında bütün
farklı görüşlerin halkın huzurunda dile getirildiği tartışma zeminleri oluşturulmadan,
hatta bunları, yasa yapma yeri olan mecliste bile tartışmadan, gizli saklı bir
görüntü veren şekilde hayata geçirmek MHP’nin misyonu ile, seçim öncesi söylemleri
ile, “Ülkücü Hareket”in ”tam bağımsızlık, adalet ve tam demokrasi” temel prensipleri
ile örtüşür mü?
Avrupa Birliği’nin,
IMF’nin ve Dünya Bankası’nın çıkarılmasını sipariş verdiği ve kredilerini bunların
çıkarılması şartına bağladığı yasaların bu günün zorluklarına geçici çözümler
üretirken geleceği mahkûm etmesi MHP’nin ideolojisi ile bağdaşır mı?
MHP’nin diğer seçim
öncesi söylemlerine de bir örnek teşkil eder mahiyette ;
Başörtüsü konusunda,
MHP seçim öncesi söylemleri çerçevesinde, Üniversitelere okumaya giden öğrencileri
tıpkı hastahanelere tedaviye giden hastalar gibi çalışanların tabi olduğu kıyafet
yönetmeliğinden ayrı tutan, hizmeti veren ile hizmeti göreni ayıran bir yasa teklifi
hazırlayıp 129 milletvekili ile meclise sunsa idi tasarı yasalaşmasa da,
MHP’nin bu gün halkın huzuruna çıktığında “bana bu kadar kuvvet verdiniz bu kadar
yaptım, daha çok şey yapabilmemi istiyorsanız daha çok kuvvet verin” demek hakkı
olmaz mıydı?
Ülkeye “Adalet ve
Demokrasi” vadeden bir siyasi hareketin kendi bünyesinde olması gereken demokratik
bir yapı oluşturulamamıştır.
Kongre sürecinde,
onbinlerce oy alınan ilçelerde, yarısı hareketle mazisi olmayan, ısmarlama 300-350
seçici ile yönetimleri belirlemek ancak kontrol güdüsü ile izah edilebilir. İleride
yapılacak bazı şeylerin ülkücü tabandan itiraz göreceği kaygusu taşınmıyorduysa
bu kadar kontrol altında tutmak ihtiyacı neden olsun?! Ülkücüler bu
günkü Genel Merkez Yönetimi’ni, aynı ısmarlama kongrelerle 50’den fazla ilde yönetim
belirlemiş ve soyadı “Türkeş” olan bir Genel Başkan adayına karşı ve aynı kulvarda
yarışan diğer 4 adaya rağmen başlarına getirmişlerdir. Bu yönetim, bu sebeple
ülkücülere herkesten çok güven duymalıydı.
İğne deliğinden
geçen bir süreçte kendilerini başa getirebilenlere neden bu zulüm yapılmıştır?
Oysa ki, ülkücüler
adaletli zeminlerde kendilerini iyi yönetecek kişileri seçebilecek kabiliyettedirler.Değilseler
neden devleti ülkücülerle yönetmeye talip oluyoruz?
Sadece kongre süreci
değil, sonrasında da demokratik olduğu söylenemeyecek bir yönetim üslûbu kanıksanmıştır.
MYK ve Başkanlık Divanı zeminlerinde de kararların tartışılmadan kabul gördüğü
bilinmektedir. Hatta alt komisyonlarda yasalar tartışılırken Ülkücü Hareket’in
yetiştirdiği MHP’li vekillerin direnişleri dayatma yasaların çıkışını engelleyecek
sayıya ulaşılmasına yettiğinde Genel Başkan’ın müdahil olduğunu basından izledik.
Bunları yapmak mı
yanlış, bunların yapıldığını söylemek mi yanlış?
Diğerlerinden farklı
olamayacaksak biz niye varız ve ölenlerimiz niye öldü? |